30 Eylül 2012 Pazar

AŞK'ın EŞZAMANLI FİİLLERİ



Şşş..Korkma öyle...Çıldırmış değilsin..Bu herkes için böyle. Yani şöyle:


Kolum çıkacak yerinden...Bileğim kırılacak gibi..
Öyle tutmuş elimden, götürüyor..Aşk..
Gözüm çıkacak yerinden..Kirpiklerim bükülecek kaşlarıma sürtünmekten.
Öyle almış bakışlarımı benden..Aşk..
Dilim kopacak ısırmaktan,dudağım yarılacak gibi..
Öyle mühürlemişim kıran,vuran,yaralayan yerlerimi..Ey, aşk..

İstediği her yere gidiyorum dizlerimin üzerinde kanayarak ve sürüklenerek..Bu aşk..
Tahammül edemediğim bir Dali tablosundan fırlamış gibi suretsiz ve eciş bücüş zaman..
Akışkan, ama aktığı ilk yerde apansızın duran..Aşk!

Gülümserken kızıyor, severken incitiyor, sevilirken dağılıyorum.
Buharlaşıyor,eriyor, ve eşzamanlı, donuyorum..
Bir şeyler yolunda değilmişcesine ve herşey çok yolundaymışcasına yaşıyorum..
Boğulurcasına sarılıyor, ve sakalları batmıyormuşcasına öpüyorum..
Ah, Aşk!

Ayak bileğimi kaşındıran zinciri öpüyor, kokluyorum..
Esaretimle gururlanarak, aşkın o faşizan suretini okşuyorum.
Bana küsüşüne yar, beni üzüşüne kul oluyor,
Benden gidişine tav, bana gelişine lal oluyorum..
Aşk...


Sırıtarak ve inatlaşarak
Ölerek ve yaşayarak
Giderek ve kalarak
Biterek ve azalmayarak..

Ey AŞK!



HER İNSAN BİRAZ ŞİZOFRENmiDİR



Hediyeleri vardır yaşantıların,
inan bana açmak istemezsin,
ambalajı içindekilerden daha çok şey vaadeden..
Kılı kırk yarar,
umutsuzluktan heves çıkarmak istersin.
Oysa,
tüm hayaller gerçek olsa,
beyninin hayal kuran her yanını
hınçla ve iftiharla kesersin..

Meraklıdır,tezcanlıdır gün;
öyle ki, bitsin istemezsin.
Gözleri fırıl fırıl dolaşır bedeninde
senden "yarın" yaratmak için,
soyup soğana çevirirler;
hani bir yerlerine
zamansızlık giydiysen diye,
vakitsizlik takmışsan diye..
Telaşa örtündüysen diye..

Dilin kemiği de vardır
eti de,
kıkırdağı da,
gelmişi de,
geçmişi de...
Ama evet, dilin "dur"u yoktur
 "sus"u yoktur;
dansettikçe ağzının içinde
aklın büyümüş zannedersin,
sünnet olmuş erkek çocukları gibi
iki dakikada adam oldun zannedersin

Sen var ya sen,
hani her kimsen sen,
sen benden de betersin..
Çünkü mesela ben
bazen kabullenirim ki, gölgem kısalır,
bazen bilirim dilim çatallaşır,
bazen dikilsem de sırtım kamburlaşır;
çekilirim bir köşeye,
idealize soytarılarım
acımasızca kendim'le hesaplaşır.

Yok yok, ben de az değilim.
Ama hani her neysen sen,
sen benden betersin..
Ne bileyim..
Bir niyetin var senin..
Kötülerden hallice güzel...
Güzellerden görece iyi...
Sanma ki farkeden yok seni.
Herkes uyurken manikürlü tırnaklarını yediğini...
Ayna önünde, ve her gece
yüzündeki suni gülümseyişi
orta karar mendillerle sildiğini..



Mühim sanıyorsun da, değil işte..
O çok önemsediğin yaşantıların
süngüleri de vardır
sunguları gibi..
inan bana göğsünü deşsinler
istemezsin..
bir hıçkırık saplanır ki yüreğine,
kendini aynanla korkutsan, geçiremezsin.
Sen var ya sen,
hani akıl vermek gibi olmasın.
Ki zaten bende de pek yok gibi...
Neyse,
tanımasam da seviyorum senin gibileri;
zamana el-ense edenleri,
şahbaz gevezelikleri
ama güzel kardeşim,
gün saksıya,
gün perdeye,
gün gölgeye düşse de,
başlasa da hilalin valsi,
yine doğmadı mı hep?
Bir kez bile eşleşemeden kısırlaştırılmış bu döngüde,
sen daha neyin peşindesin?
anlıyorum,
bir ergen kadar asi,
topuk nasırı kadar isyankarsın
tamam hem aksisin;
biraz da olacağa el ver..
biraz da oluruna yol ver.
Seni sarsıp uyandırmak değil niyetim,
haşa..
Dediğim şu ki;
şu hallerinden biraz tedirginim
çünkü,
sen ben'sin
ama sanki,
yok gücenmece,
sanki sen benden de delisin...


26 Eylül 2012 Çarşamba

ÖNVARGI





Bana nedenini sorma; bilmiyorum.. Birşeyleri yanlış yaptığımı düşünmekle ve hatalarımın ötesini berisini kimselere çaktırmaksızın eşelemekle geçti ömrüm..Diyorsun ki o kuşu neden vurdun? Sana şimdi onu ben vurmadım desem, yaralıydı, yaşatmak için elime aldım desem, ellerime yıkıldı kaldı kanatları desem, inanmayacaksın.. O kitabı neden çaldın diyorsun, sana şimdi o kitabı çalmadım desem, bak şuracıktaki raftan düştü desem, yerine koyacakken gördün desem, inanmayacaksın.

Bana nedenini sorma; bilmiyorum..Kimleri ve neden kırdığımı düşünmekle, ve ruh leşlerimin ölüsünü dirisini dünyaya hissettirmeksizin keselemekle geçti ömrüm...Diyorsun ki o yalanı neden söyledin? Sana şimdi, o yalan değil, gerçeğin özbeöz kendisiydi desem, gerçekler eğretidir, dilimde sırıttılar da, ondan böyle sandın desem, inanmayacaksın.. Neden ağladın diyorsun; ağlamadım desem, ben gülerken gözlerim hep dolar desem, gülümseyişimi yarım bıraktığından anlaşılamadım desem, inanmayacaksın.

Bana nedenini sormasınlar; istemiyorum. Ben kimselere soruyor muyum? Sebeplerinizi umursuyor muyum? Korkularınızı yargılıyor, hesaplarınızı kesiyor muyum? Bana hiçbirşey sormasınlar, istemiyorum. Cevaplarım sizi ilgilendirmiyor, biliyorum.Ama nedense durmaksızın ve dinlemeksizin ve inanmaksızın soruyorsunuz..Nedense siz bunu bana doğduğum günden beri ve nedense siz bunu hayatınıza omzu değen herkese yapıyorsunuz..Durun durun, tutamayacağım kendimi, bir soru da ben soracağım..Siz, peki siz bunu ne diye yapıyorsunuz? Yazının başlığını bile yanlış yazdığımı sananlar, siz, her yargıya neden böyle pürüzsüzce varıyorsunuz? Önyargınızla bana değil, kendi algılarınıza ihanet ettiğinizi farketmiyor musunuz?

22 Eylül 2012 Cumartesi

BARİ SEN ETME



Bana adımı sormadılar..
Sana sordular mı kardeşim?
Şu rahme gireceksin dediler..Aynen de öyle yaptım.. Biraz bekle dediler..Sorgulamadan vaktimi bekledim sessizce.. Birkaç litre suyun içinde şuursuzluğun en huzurlu, bilincin en el sürülmemiş haliyle bekledim anamın rahminde.. Elime bir dünya haritası tutuşturan olmadı hiç.. Cepleri hediyelik eşya azmiyle dolmuş bir turist gibi işaret parmağımı heyecanla gezdirmedim memleketten memlekete... Bana damarımda kol gezecek kanın grubunu anlatmadılar..Kanı gruplandırmışlardı da, kanı adlandırmışlardı da,  bundan bana ne?!...Kafatasımın şekli umrumda bile değildi! Hangi densiz "umur", bir avuç kemiğin şeklini şemalini yüceltirdi?..Tek ilgilendiğim, hesapsız sorgusuz sualsiz bir dokunuşla buruşuk parmaklarımla anamın kordon bağına sarılmaktı... Tek tutunduğum, yaşamın kendisi bile değil, fiili haliydi; "yaşamak"tı..
Bana hastane sormadılar.. Hangi ışığa, hangi gün, saat kaçta yürüyeceğimi haber veren olmadı.. Bekledim..Çok rahat..Loş.. Kulağıma gelen sesleri kişiselleştirmeden, etiketlemeden, gramerini irdelemeden, iklimini adlandırmadan işittim...Ne güzeldi.. Ne isimsizdi..

Doğdum..
Bana adımı sormadılar..
Sana sordular mı kardeşim?
Küçük ayaklarımın üzerinde doğrulduğum ilk gün, beni ayakta tutan toprağa isim koymaktan bihaberdim ben..Ağzıma meme verdiler, kimindi?Merakım doymaktı.. Elime ekmek verdiler..Buğdayı nereden hasat edildi? Bana neydi..Doymuştum ya..Yetmez miydi?

İşitmeye devam ettim..
Hangi dilde olduğu, inan kardeşim, zerre umrumda değildi.. Sevdiklerimin ismiyle başlayıp, açlığıma dillendim..Susuzluğuma..Sıkıldığıma dillendim.. Düştüm..Acıma dillendim.. Sevindim, neşeme dillendim..

Bana adımı sormadılar..
Sorgulamadan kabul ettim..Adımı..Kanımı..Şeklimi..Dilimi..Toprağımı..Anamı..Babamı..
Varoluş sevmelerin en hesapsız suretiydi..Sevmek zoraki bir cumhuriyetti..Ve ben kendi meclisimden teni kovdum sordukları ilk gün..Bana neydi?Hele hele, onlara neydi..?!

İnan umrumda değil adın..İstersen kendi uydurma dilinle birkaç sözcük gevele.. Seni anlamak aşkına, yeryüzünde sadece senin bildiğin o kutsal dili seve seve öğrenirim..Senin dilin yaralamaz beni..Değil mi ki en anlaşılmaz dil en çok konuşulandır.. Anne de..Ana de..Ekmek de..Su de.. De ki boğuldum sözcüklerin akışkan derinliğinde..Olsun..Anlamak istemem yetmez mi be?

Bana adımı sormadılar kardeşim..

Sen başka toprakta kirletiyorsan da topuğunu, ben başka nehirden içmişsem de suyumu, sen buğdaydan aldıysan ben karaya çaldıysam da tenimi, senin dilin sevildiyse, benimki yerildiyse de, senin tarihin döverse de benimkini, sen doğru anlaşıldıysan da, ben yanlışlıkların soyadıysam da, ya da tüm bunların tam tersiyse, herşeyimiz çok ayrıysa kardeşim, sakın aldanma, sakın inanma sana söylenen tarih sayfalarıyla aklını bozmuş heriflere.. Yok sansalar ve yok saysalar da, öyle derin  ortak noktalarımız var ki seninle..

Bana adımı sormadılar ya kardeşim, işte onlar var ya ah onlar, sana da sormadılar..
İkimiz de doğduk dünyanın herhangi bir yerinde.. Neden farketsin, ha büyüdük aynı rahimde, ha dünyanın bambaşka bir memleketinde.. İkimiz de ağladık doğarken, ve gramer kalıplarına sığdıramadıkları, ve o paylaşamadıkları ayrı dillerde, ikimizin de tek derdi doğmak ve doymakken, ve ikimizin çocukluğu benzer hayallere ve oyunlara dalarken,  ve ikimizin de yetişkinliği benzer korkuların sınavından titreyerek geçerken, ikimizin de  yegane uğraşı "yaşamak"ken,sakın bana farklı olduğumuz zırvalığından bahsetme...!Bari sen etme!

5 Eylül 2012 Çarşamba

ZULADA BULUNDU




Susacaklarımızı öyle erken söylemiştik ki
Hayata,
Sessizliğimiz boşluktu
Ki "şşşş"
Boşluğa da varım ben..
O da olur..


Hırsla kazdığın çukurdan
Son darbeyle yükselen
Tiz metal sesi gibiydi
Tırnakların tenime sürttüğünde duyduğun..
Kuşkusuz yüzlerce yıl sakladığım bir
hazine yoktu içimde
Bir teneke parçası olmamdan korktun
Kıymetsizliğimden..
Ve üzerime bir avuç toprak atarak
Çekip gittin bazen..



Enjektör değil, ilaç acı veriyordu
İyileşmek istemeyen bir yanı vardı hepimizin
Delik deşiktik ama gitmiyorduk
Kopmadan incelmelere doymuyorduk
Böyle inatla neyi beklemeyi öğretmiş bize hayat?
Hayat biz beklerken
üzerimizden geçiyordu
Dümdüz oluyorduk..
Bile bile hep bir acımız var.
Hep bir acıyı ayırdık kendimize
gülümserken
Acıların çoğunu kahramanca defederken
Kalbimize uyuşturmaksızın dikişler atıp dursun diye
Acıların çoğunu eğip büküp atarken
En şemallisini ayırdık hep kendimize
Zulada bulunsun..


Göreceklerimize öyle sıkı kapattık ki gözlerimizi
Oysa ne sen kör, ne ben..
Herkes öyle değil miydi ya?
Birkaç renkti ihmal edilen
nihayetinde
Bazen görmesekti..
Bazen sadece duysak'tı, dokunsak'tı..
Ne olurdu..?
Olurdu..
Oldu..