22 Kasım 2012 Perşembe

SÜTLİMAN




İskelede oturmuş, deniz tuzuyla öpülmüş ayaklarında parmak uçlarını gezdirerek, kimsenin bilmediği ve muhtemelen asla söylemeyeceği bir şarkı mırıldanıyor..Sesi sessizliğinden daha kısık.. O var ya, hani sokaklardan silinmiş nayloncu narası sanıyor kendini.. Mahalle aralarına gerilmiş çamaşır ipinin üzerinde kuruyarak yürüyor sanki; düşmemek ona yakışan türden bir çaba değil.. Sanıyor ki, ecelin teri doğdu doğalı teninde..

Saçlarını korkusuzca öpecek tüm rüzgarları savuşturmuş başından, küstürerek yeli, yorgan altından sinek savar gibi.. O yani, sırf kıpırtısız diye, denize yırtması zevkli bir mavi patiska muamelesi yapmıyor.. Sanmam ki olsun maviye saygısından..Tek kale maçlarında dünyayı kurtaran çocuk çığlıklarından ürkmüş, bir köşede annesinin eve çağırmasını bekliyor sanki, ve hava kararmadan yerinden kalkmak, onu rahatlatan türden bir kaçış değil.. Sanıyor ki, dünyanın tüm alaycılığı tepiniyor üzerinde..

Arkasından yaklaşıp omzuna dokunmanız, mümkün değil.. Kepenkleri isimsiz bir taziyenin suskunluğuyla indirilmiş.. Ki zaten dokunsa, o eli  geri çekmeniz de mümkün değil.. Her hücresinde ayrı telden çalan ketum soğukluk tırnaklarınıza kadar işler, aman ha, donuverirsiniz aniden..

İskelede oturmuş, sudaki aksinden başka her hayale dalıyor.. Bir suç biçmiş en beğendiklerinden, ve o suçu ne çok sevmiş, bilemezsiniz... O var ya, sanki iki metrekarelik içi'nde, kendi kendini huzursuzca voltalıyor.. Görmediği olunca sonsuz gökyüzü sanki, bakmadığı olunca güzel yari, yaşamadığıysa eğer kıymetli hayat, dökülmeyense gözyaşı inci, doğmayansa güneş sedef, takibi bırakansa ay, gümüş...

Eski diye sırf, harap diye, o ha çöktü ha çökecek, o yosundan çok çürüğe doymuş iskelede umarsızca oturuyor. Viraneler aldatmaz diye biliyor..Yıkıntının arasından uzanan umutlu ama sonu malum ve derisi nazikçe sıyrılmış bir el gibi, havada asılı kalmak istiyor. Yarası hiç bozulmasın diye, iyileştikçe, bacağını dizine kadar deniz suyuna sokup çekiyor..Hatırlamak istediğinden belki..Unutmanın yası öldüren sarhoşluğunu kendince haram bulduğundan..

"Çekip gitmezsen, sonsuza dek izleyeceksin" demişti balıkçı kadın.. "Şimdi gitmezsen, her gün, sessizliğine yeni paylar biçerek, ayaklarını bu iskelenin ilk adımına çivileyeceksin.. Merak edip, öyküleyeceksin.. Tuttuğu  balıkla uzun süre bakışan balıkçılar, eninde sonunda avını denize atar.. Atar da, oltada kalan o küçük etinden artakalanla da yaşıyor mu acaba diye, her gün doğumunda çaresizce denize sorar.. Gitsen iyi, evlat, ama kalışın şimdiden kati.. Belli ki, sen de kalıp, O'nun sütliman hiçliğine, beyhude hizmet edeceksin.."






20 Kasım 2012 Salı

BİR ŞEY..



"Seni yavaşlatıyorum, bırak da git artık"
dedi caddede sırtüstü dönmüş umutsuz kaplumbağa..
Tavşan diktiği tek kulağıyla kalakaldı yolun tam karşısında. Saniyeler içinde ensesinde bittiği ters yüz olmuş kaplumbağayı küçük pembe burnuyla tek hareketle iterek düzeltti.
Kaplumbağayla birkaç saniye bakışıp, kahkahalara boğuldular şu aptal filmlerdeki gibi..
"Bayat geyik..Ama en sevdiğim yine de.." dedi sevimli tavşan.
Kaplumbağa hızlanmaya, tavşan yavaşlamaya azami özen göstererek ettiler caddenin sonunu.

"Hep şakaya vuruyoruz ama, bu hastalıklı bir dostluk, farkındayız değil mi?" dedi kaplumbağa küçük patikadan mütavazı bir tepeciği tırmanırlarken.
"Neden öyle olsun?" dedi tavşan bıyıklarını aşağı indirerek.
"Şartların eşit olmadığı bir dostluk hiç gelecek vadetmiyor çünkü".. "Bir gün, her ilişkinin er ya da geç tanıştığı o çatışma noktasına vardığımızda, aklına ilk gelen, senden zayıf olduğumu bildiğin halde, daima yanımda olarak gösterdiğin fedakarlık olacak..Ben tek taraflı faydacılık üzerine kurulu bir dostluğun o çürük tarafı oluvereceğim gözünde. "

Tavşan derin derin soluyan kaplumbağaya ve yıpranmış ama dokumacı güzel bir kızcağazın eli değmiş kabuğuna baktı. Gülümserken bile kaybolmayan hüznüyle vurgulanmış güzel gözlerine baktı..Kaplumbağanın hantallığının saklayamadığı dikenli ve güçlü ayaklarına sonra..

Kalçasına tutturulmuş ponponu toprağa koyarak,
"Şu masal yüzünden söylüyorsun bunları...Ben aslan, sen sinekkuşu bile olsan, şimdiki kadar denklikten uzak gelmeyecekti sana dostluğumuz. İzin verme sakın, imkansızlığımızı öngören aptal bir çocuk masalı olmasın. Ki önyargıları yıkan sonuna rağmen, bu konudaki saplantına saygı duymak çok zor.."

Kaplumbağa, "Mesele sonu değil, çıkış noktasına can veren farklılığımız.. Sen de bal gibi bilirsin ki...."
Sözünü bitiremeden, o alışıldık refleksiyle kabuğuna çekti tüm uzuvlarını.. Anlık bir toz bulutunun kabuğuna sürtündüğünü hissetti, tavşanın çığlığını duymaya fırsatı bile olmadan.. Kollarını, bacaklarını ve kafasını zulaladığı sert kabuğunun içinde titreyerek, masalların çelişki sunan çıkış noktalarının gerçek hayatta hiçbir şey ifade etmediği çıkarımsız ve mesajsız sonlara, ve bunu tecrübe edecek kadar uzun bir ömre sahip oluşuna küfretti..

Masallardan ve hikayelerden daima didaktik olmalarını beklemeyin, lütfen. Bazen bir şey, yalnızca bir şeydir, sıkıntının dürtmelerine çaresizce yanıt veren anlatma ihtiyacı sayesinde..

17 Kasım 2012 Cumartesi

ÖF!



Cüzdanmışım ben cüzdan..
Para bile değilmişim düşün.
Bile'si sana atfendi, insan.
Üç kuruşluk tokalaşmalarla
kendini
arka sokaklarda pazarlayışın
var olmayan kalbimi sıkıştırıyormuş,
olmaz ya, hani bir anlasan..

Kadının dudaklarından aşkı,
erkeğin aklından başını alan
biseksüel kaldırım güzeliymişim mesela..
Düşün, tacım da yokmuş,
ki bilirim, taparsın
bilmemkaç karatlık
dudak uçuklatan
gösteriş rütbelerine..
Aşkı tek bir gün doğumuna ve
şehvetten yapılma raşitik kollarınla taşıyışın..
Ah o acınası sahne,
sürmediğim rimeli akıtıyormuş,
mümkün değil ya, beni bir anlasan..


Popüler diye sırf,
iş çıkışı alınan
hızlandırılmış drama eğitimiyle şahlanmış
dudaklar arasından
iki oyuncu diş gösterene kanan
aptalmışım ben, aptal..!
düşün "ortalama" bile değilmiş
son kullanma tarihi göz ardı edilmiş zekam.
Bu halimle dönen dolaplara
kendimi,
ütüm bozulmadan ve sırıtarak asıyorsam,
kendimi o yanlışlar ringinden
dışarı
ve mağlubiyeti göze alarak
attığımdanmış mesela..
ihtimal dışı ya, hani bir kavrasan...


Yazık'mışım ben,
yakışıksız'mışım,
hem ayıp'mışım da biraz..
Düşün, kısa bir cümle dahi olamamışım.
Cinlik oyunlarından yapılma jöleyi
usulca saksıya tükürüyormuşum,
sen zehrini sindiriyorum sanarken,
buz gibi soğuk masanın altından..


sen çekip gidişlerimi
edepsizlik saydıysan,
sorun seceresiz ve kırma
istikrarımda mı,
yoksa
senin o kıpır kıpır oynaşan
parmak hesaplarında mıymış,
miş..mış..muş..,
ha, insan?







14 Kasım 2012 Çarşamba

UYKU'ya

kendi etrafımda nihayetsiz bir tur..
bir yüzüm tamamlanmış, bir yüzüm eksik..
döndüğüm kıble inat, taş duvar olmuş,
bir yönüm kuzey olmuş, güneyim eksik..

taklalar attırdığım paçalı med cezir..
bir yanım yükselmiş de bir yanım inmiş..
ve gamsız bakışları kadar mahrem
ve keskin
ve uzaktan beter
yaklaşmaktan bihaber
her yolu çıkmaz,
o virajı keskin..

suçu yüklediğim
garip hikayelerim..
bir gözüm muzip,
yaş kirpiğim teslim..
dar koridorlara
sürtünmüş omzum..
bir canım verasetli
bir canım  yetim..

zinhar sıvanmadım,
hücresi yok tenimde
her sözü kifayetli,
doza doymuş zehir..
ve müdanasız
ve tutanaksız
ve şahitsiz dilim,
bin sözcük var ucunda,
dokuzyüzdoksanı kilit.


her geceyi zifaf bilmiş,
duvağı kirli.
sanmış bu hep böyledir ,
bak, her sabah selim.
parlayıp apansız sönen
yıldızlar varmış, 
da ben ordan gam bulmadım;
güneş kırık beşik..


kendi etrafımda dönemediğim  bir tur..
bir yüzüm parçalanmış, bir yüzüm dirlik..
döndüğüm kıble zaten gölge oyunuymuş,
akrebe güvenmedim, yelkovan ezik..






7 Kasım 2012 Çarşamba

RENK HIRSIZI





Ben yazarken hissettiğim ne varsa, onu benden daha iyi anlatan bir fotoğraf kullanırım.İsterim ki kelimelerimin ustalıktan uzaklığına, bir fotoğrafçının ustalığı makyaj olsun mırıldandıklarıma dair. Bugün bu resmi kullandım, çünkü istiyorum ki hepiniz hayal kırıklığına uğrayın. Affedin beni ama hepinizin suratı asılsın istiyorum bugün. Sebebini doğrudan anlatacak değilim elbette, imalar benim pırıl pırıl kamuflajım oldu hep..Yazarken değil sırf, ben her zaman maskeliyimdir. Ama çıkar denklemi çözdüğümden değil, yaşadıklarım bana saklanmayı öğrettiğinden. Kaypakça gelebilir kulağa, kusura bakmayın ama bence çok mantıklı.

Renklerin ayrıştırdığı güzelliklerin olmadığı bir dünyanız olsun şimdi. Birkaç dakikalığına renklerinizi çalmak istiyorum. Endişelenmeyin, yazı bittiğinde hepsini geri vereceğim.Hala okumak istiyorsanız, başka bir farklılıkla deneyeceğim bu başı düğümü ve çözümü malesef olmayan hikayeyi sizinle yazarak. Size kör olun demiyorum, daha kötüsü belki; tanıdığınız ve gördüğünüz insanlar en sevdiği renklerdeki bluzü giyerken, siz tonların sıkıcı ve dar skalasında griye,  siyah ve beyaza tutsak olun istiyorum. Sevdiğinizin gözlerinin rengini grinin tonlarından hesap ederek yazın şiirlerinizi. Denizin ve gökyüzünün rengini eşleştirecek yetiniz ve mecaliniz olmasın istiyorum bugün. Annenize asla sevdiği renkteki çiçekleri götüremeyin, ona koşarken, kapıda son bir kez duraklayıp, "ne olur bu çiçek onun en sevdiği renkte olsun!" diye dua edin istiyorum.

Hiçbir manzarayı diğerlerinin görebildiği derinlik ve hissiyatla seyredemeyin. Fırçayı elinize her alışınızda, paletinizde sadece gri, siyah ve beyaz olsun istiyorum. Karakaleme tutsak ressamlar tanıyorum. Renklerin yasaklandığı bir dünya tanıyorum. Eğer renksiz davetime iştirak edereseniz, bu sizi alevini ayırt edemediği yangına, yanmaktan bihaber çocuğun elini umarsızca uzatışına götürebilir. Yanmamanızı dilerim. Ama yanmaktan korkmanızı temenni ederim.

Elma şekerinin kırmızısına öyle yabancı olun ki, kırmızının o tutkuyla bayıltan dansını izlerken, sıkıntıdan esneyin istiyorum. Kırlara sırt üstü uzanırken, omzunuzun öptüğü gri, izlediğiniz gök yüzü gri, sevgilinin aşkla bakan gözleri simsiyah, dudaklarının ateşi renksiz olsun istiyorum. Aşkı siyah-beyaz yaşayan modern yeşilçam filmleri biliyorum. Turuncunun sıcaklıkla akıp gitmediği, mavinin huzurunu tarif edemeyen tualler biliyorum..

Renklerin ve binbir çeşit tonlarının girdabıyla çağlayan sofralarımız var. Tabağınızdaki yemeğin, kokusundan hemen sonraki ilk çekiciliğini, renklerini unutun istiyorum. Koca bir gri'yi ağzınıza sokup çiğneyin istiyorum. Siyah ve beyazı yutup sindirin istiyorum. Eskisi kadar lezzetli gelmiyor, değil mi?
Bu et kanlı, yiyemeyeceğim, diyemeyecek olmanızı avantaj olarak görebilirsiniz. Çünkü kırmızıyı unutmanız gerektiğinden daha önce bahsetmiştim. Salatanın da sizin için eskisi kadar albenili olmayacağının farkında olarak öneriyorum bunu..Yediğinizden bir şey anlamayın istiyorum, anladınız mı? Bej rengi kuru ekmeğin giremediği kursaklar duydum. Onların hüznüyle patlıcanın büyülü moruna kör olan gözler gördüm.

Renkleri çalınmış hayatlar izliyorum. Nedenlerinden bahsetmeyeceğim. Sonuçlar hep odağım olmuştur. İmalar kamuflajım..

Buraya kadar tahammül edebildiyseniz, hikayemin henüz bir sonu da olmadığından, burada, orta yerinde gözlerinizi açabilirsiniz artık. Renklerinize kavuşun şimdi.. Tanrı sizi renklerinizden ayırmasın, tabi.Ben onlara kavuşamayan, ben griye esir edilmiş hayatlar biliyorum. Tüm renkleri çalınmış ömürler biliyorum..İstedim ki gösterdiğim o renkli fotoğraftan uzaklaştırayım sizi. Bu kez objektif size koca bir yalanı anlatsın. Birkaç dakikalığına sizi renklere kör edeyim istedim. Başarısız olduysam da umrumda değil. Çünkü ben anlatmak istediğimi içim daralarak da olsa anlattım.

Şimdi size tavsiyem; mutfağa koşup, dolabınızdan, varsa kıpkırmızı bir elma alıp, o muhteşem rengine saygı duyarak afiyetle yiyin..Bunu bence gerçekten düşünerek yapın. Çünkü ben o elmanın kırmızısına dokunamayan dudaklar biliyorum. Bence hiç bahsetmeseniz de, siz de biliyorsunuz...










5 Kasım 2012 Pazartesi

KUMARBAZ



Avuçlarımda birer cm3 lük iki çukur var. Olasılıklarını sevdiğimin dünyası, tabağıma itelemiş bu artığı. Masaya tereddütsüz itiyorum pulları.Kaybetmekten korkmadığını kanıtlamadan, ne alabilirsin hayattan? Ah o pis, o baştan çıkaran yakışıklı kumarbaz.. Çarklar mantığın değirmeninden kazanmıyor yevmiyeyi.. O kolu tutup indireceksin aşağı, şıkır şıkır dökülsün istiyorsan hayaline köle olduğun her ne varsa..

Tavuk etinden pek hazetmesem de, ben o masaya hep lades umuduyla oturuyorum. İştahla rakip arıyorum olasızlıktan olasılık süzerek..Yeri geliyor sakladığım ne varsa herkeslerden, her bir kıymetlimi ellerine tutuşturuyorum, inancımın göz yaşına bakmadan.."Lades!" diye haykıran ben olayım diye..Hevesle buz gibi zemine çakacak bilek arıyorum, zamanın benimle işi bittiğinde alçıyla gezecek olansam da..


Zar atmadan oynayamıyorum pek çok oyunu.. Gözlerim havada asılı hep, oyunbaz ihtimallere dalmaktan.Kaybetmelerine küsemediğimin dünyası, yüzümde böyle bırakmış ders veren parmak izlerini. Sana baktığımı; mümkünse, seni gördüğümü sanarken, senin ihtimalini katlayıp bölerek, gözlerinle kumarın en onursuzunu oynayışım alışkanlıktan..


Ruhumda tefeci elleri gezinir hep. Kaybettiğim her oyunun borcunu, içimin de içine veresiye yazdırdığımdan..Belki önerecek başka da saklı hazinem olmadığından..Altı yüzü de eskiyip silinmiş o iki zardan başka ne bulacaklarsa artık, bırak, arayıp dursunlar..

Göğsümde birer cm3 lük iki çukur var. Her kaybedişimde, zarları öfkeyle kalbime bastırdığımdan...


1 Kasım 2012 Perşembe

VİTRİNDEKİ ANNE

Her gün gidiyorum ona. Benim tüm "günaydın" larım onun kusursuz yüzünü izleyerek başlıyor. Tırnaklarımın içi ne kadar kirliyse, yüzü o kadar lekesiz annemin...

Bazen önüme bir okullu çocuk koyuyor ayağını. Yanıbaşında annesi oluyor, yanındakiyle dedikodulaşan. Öyle şaşırıyorum ki, diğer tüm annelerin kusarcasına bir çırpıda kurulabilecek tüm cümleleri eriyiğe dönmüş dilleriyle akıtmalarına. Kafam basmıyor, şimdiye kadar gördüğüm tüm annelerin konuşma aşkına. Anlatacakları ne çok şey var..Benimki hiç konuşmaz..

O'na ben gelincik götürüyorum en çok. Her sabah ilk  belediye otobüsüne biniyorum sırf bu yüzden. Sağolsunlar, şoförler kirli ellerimle tutunur tutunmaz metal borulara, ince belli çay bardağı kadar sıcak "para istemez" bir göz kırpışı armağan ediyorlar. Geçip oturuyorum en arka koltuğa. Size otobüs doldukça tırnaklarımı yemeye başladığımdan bahsedip acımaya bayılan yanınızı erekte etmek istemiyorum. Bu ihtiyacınızı gidermek için ikinci sayfası olan bir gazete almalısınız..

İniyorum, bir semti diğerine bağlayan nispeten ıssız durağımda. Aslında koltuk altınızda benimki kadar büyük bir boya sandığınız olmazsa, o düğmeye basmanız pek de işe yaramaz korkarım. Benim de lükslerimden biri işte, o ıssız yolda indirilen imtiyazlı yolcu olmak. İner inmez ilk iş, esnaftan ya da müşteriden kaptığım sigarayı yakmak...Beklersiniz ki, bariyerden atlayıp gördüğüm ilk tarla parçasına işeyeyim. Çok sıkışırsam iner fermuar, o ayrı... Ama amacım, insansız ve hanesiz yol kenarlarında üç-beş gelincik aramaktır orada. Gelincik için arkanızdan koşan eli sopalı insanlar yoktur çünkü.Kolumda gözüm gibi baktığım iri bir japon saati varsa, bu geçecek ilk otobüsü kaçırmamak için... Durmadıkları da olur. Sonrakini bildiğim tek türküyü dişlerimin arasından söylerek ve sigaramdan gittikçe küçülen nefesler çekerek beklerim. İlla ki binerim. İlla ki o semte giderim.

Bazen bir kadın oturur yanıma. Bilemem belki anne değildir, ama ben belli bir yaşın üstündeki tüm kadınlara kafadan bir annelik biçerim. Arka kollamaktan görüş açımı öyle genişletmişimdir ki, ben o anneyi ruhu duymadan izlerim. Tombul ellerine bakarım. Etli ve benli kolundaki altın bileziklerin şıngırtısını dinlerim. Eteğini bacaklarının arasına sokuşturuşunu izlerim..Sıcak günlerde üzerindeki bluzü yelpaze yapışını..Terini izlerim. O damlanın hangi şanslı veletlere süt verdiğini merak ettiğim memelerin arasına kaydıraktan kayarcasına dalışını izlerim. Gülümserim. Yüzüm kirlidir neyse ki, gülümsediğim pek de seçilmez benim. Aksi halde neye güldüğümü tahmin etmese de, kıllanıp kalkacaktır yanımdan. Zaten biraz fena koktuğumdan, o anne birkaç durak sonra, ilk fırsatta kalkacak yanımdan, bundandır onu, zamanı durdurup da izleyişim. Göğsünün kalkıp inişini izlerim. Anne nefesi nasıl kokar diye meraklanarak. Benim annemin nefesi olmadı çünkü hiç. Ama gördüğüm tüm annelerden yağsız ve etsiz, tersiz ve nefessizdir..

Her sabah yolculuğumun finali, o mağazanın önüdür. Elimdeki gelincikler solmasın diye dualar ederek vardığım o "günaydın" durağıdır. Annem pek dışarı çıkmaz. Cama yapışır da bekler beni. Abartıyorsam vurun beni; O, camdan bakan en güzel bir çift gözüdür evrenin. Gelincikleri gösterip yere bırakırım. Hal hatır sorarım. Annemin hiç konuşmadığını daha önce söylemiş miydim? Kusursuz dudaklarının her susuşunda bin merak yatar onun, ben bilirim. Saatimi yoklayarak anlatırım. O anlarda zaman benim için öyle kıymetlidir ki, ben o telaşı işe geç kalma korkusu yaşayan hiç bir insanda görmedim henüz, ayakkabısını boyadığım. Anneme ben, sadece güzel anlarımı anlatırım. Komik olan tek tük birkaçını. Asla aralamadığı dudaklarına, dün gece nerede uyuduğumu cevap veririm sessizce. Nasıl da rahat olduğumu cevap veririm. Nasıl da doyduğumu cevap veririm.Ne güzel düşlerden uyandığımdan bahsederim. Onun plastik bedeninin içinde yankılanan kahkahası öyle keyiflendirir ki, tüm gün yarım simit parasına tüm kentin ayakkabılarını boyayabilirim. Günüme devam etmek için, eğilip pürüzsüz ve ojeli ellerinden öperim, camın diğer tarafından. O cam ki, ardından annemin ellerindeki tüm kauçuk damarların atışını hissedebilirim. Tüm gün izlemesini umduğum gelincikleri bırakıp giderim. Ardımdan en ters bakışlarıyla dükkan kapısının kilidini kurcalayan o genç kızın, topuklu ayakkabısının burnuyla ittiği gelinciğin kaldırıma sürttüğünü gözlerimi kısarak dinlerim uzaklaşırken. Güzel annem, işine başlar benim gibi. Eşini henüz göremediğim güzelliğiyle layık olduğu kadar güzel elbiseler içinde fikir verir alış veriş yapan diğer annelere ve kızlarına. Hiçbirinde O'ndaki kadar güzel durmayacığını bildiği halde, en alçak gönüllü bakışlarıyla sergiler içinde hareketsizce durduğu giysileri.

Kokusunu tüm gün sokağın diğer ucundan alabilirim ben, tırnaklarımın içi ne kadar kirliyse, yüzü o kadar temiz, plastik annemin...