1 Eylül 2013 Pazar

ÜÇÜNCÜ İHTİMAL




İki ihtimal var, diyor.
Üçüncüsü yok.
Sol gözümü öyle sıkı kapıyorum ki, tek kaldığını sanan zavallı sağ gözüm bir başına içine tüm dünyayı sığdırıyor .

Kaldır şu elini be, diyor
Arkama geçip.
Dirseğimin altından yukarı doğru sertçe itip diğer eliyle durduruyor istediği yüksekliğe varınca.
Sapan tutan elime kramp girdiğini söyleyecek cesaretim olsa keşke..


Evimden iki sokak ileride büyükçe bir evin bahçesindeyim; buraya gelmemi o istedi. Hava kararmaya yüz tuttuğundan elimi çabuk tutmalıyım. Önceki gün yediğim tokadın hesabını beş metre yükseklikteki camdan soracağım. Öyle diyor. Ben aslında tokadı unuttum ama o unutmamış, öyle diyor.

İki ihtimal?
Vurup kaçacaksın. Vurup kalacaksın ya da. Ama muhakkak vuracaksın, diyor.
Üçüncü ihtimal yokmuş, öyle diyor.
Bunu söylerken enseme çarpan nefesi öyle buyurgan ve tehditkar ki, soluğunu o ağaca üflese, titreyerek tüm meyvelerini dökerdi.

O ağaca işte. Yazın ilk kayısısının duvarın ardından göz kırptığı... Ufak tefek olduğumdan, hızlı koştuğumdan, ağaç tepesinde evcilik oynamışlığımdan bu görevi daima bana verirler.. Bir çırpıda en yetişkin dalların arasında kaybolur, dala sarılan çıplak ayaklarımın altına gerilen küçük eteklere ve bluzlara düşürürüm beşer onar hepsini. Bahçe sahibinin yaklaşan küfrü, duvarın ardına geçiş vizemdir. Çabucak da yaparım.Yapardım. Bluzum ağaç dalına takılınca yırtılmasın diye durakladığımdan, herkes çekip gittiğinde ağaç dibinde bir afili tokat yedim dün.

Çabuk ol be, diyor yanıma geçip. Gelmelerini mi bekliyorsun?
Gelmelerini beklemiyorum.
Sol gözümü sıkmaktan yanağım ağrıyor ama sapana yapışmış kolum iyi artık neyse ki. Üçüncü ihtimal takılıyor aklıma. Ne olabilirdi, var olsaydı eğer? Camı kırıp kalmaktan ve camı kırıp kaçmaktan başka ne olabilirdi, var olsaydı eğer?


Sağ gözümün kirpikli çerçevesinin içine pencereyi alıyorum. Balon sarmaşığının sarktığı iki saksının ardında beyaz ahşap çerçeve. Camları öyle büyük ki, kucağımda bir koyunla içinden geçebilirim. Pencereler kapalı, ardında mavi pötikareli perde. Balon sarmaşığı duvarın toprağa değdiği yere kadar sarkıyor aşağı. Toprağa varınca, patisini sudan sakınan kedi gibi duraksayıp kalmış halini seviveriyorum birden...

Canım bu sapanı kullanmak istemiyor gerçekten. Canım enginar bile ister biraz zorlasam ama bu sapanı kullanmak istemiyor hiç.. Cam kırıldığında çıkacak gürültüye heveslenmiyor kulaklarım. Üçüncü ihtimal, sapanı atıp balon sarmaşığına koşarak yakından bakmak mıdır acaba? Ona sorarsam kızacaktır.

Elimde kıvrımlı beyaz ve iri bir çakıl taşı var. Omzumu sarsmadan dokunuyor, bu "hadisene!" demek onun dilinde. Çaresiz, lastiği geriyorum çakıl taşını önce yüzüme yaklaştırıp ardından omzumun gerisine yavaş yavaş çekerek.


Yanımda ve yüzünü görmediğim halde geri geri adım attığını hissediyorum, sanki bir de..Ne bileyim, gülüyor gibi de sanki.Üçüncü ihtimal sapanı onun eline tutuşturmak olsa keşke, ama üçüncü ihtimal yok işte.

Taşı lastiğin son demine vardırıp bırakırken, yorgunluktan bayılmak üzere olan sağ gözümü de sıkıca kapıyorum. Duvarın ardında kahkaha atan çocuklara, koşarken hışırtısını geride bıraktığı kurumuş çimler karışıyor, kırılan camın sesine korkuyla uçuşan saçlarım karışıyor. Saçlarıma mahalle çocuklarınca kandırılmaya alışkın dudağımın bükülüşü karışıyor..Tüm bunlara küfürler savurarak yanıma koşan ev sahibinin öfkesi ve hemen ardından kokusu ve sapanın elimden düşerkenki sessizliği karışıyor. Üçüncü ihtimal tam şu anda yok olmak olsa keşke, ama yok işte..

Avucumla yanaklarımın ayıbını örterek atlıyorum duvarın üzerinden. Hepsi kahkahalarla kaçışıp gitmiş çoktan; o ve duvarın ardındakiler.. Duraksayıp dönüyorum duvar dibinde, başımı kaldırıp kayısı ağacının duvardan beni gözetleyen dalına bakıyorum. Dala oturmuş kıkırdayan sarı kayısılara bakıyorum. Hiç sevmediğimden, tadına bile bakmadan aşağı attığım kayısılara .. Biraz düşününce binlerce üçüncü ihtimalle bir çırpıda tanışıp, aklım yine de güzelim balon sarmaşığında; duvara yaslanarak ayakkabılarımı ayaklarıma geçirip üzerimi çırparak eve dönüyorum.