19 Ağustos 2014 Salı

KÜSMÜŞ LAMBA CİNİ






Balkona çıkıp bir küçük serçe konsun da besleyip seveyim diye dua ederdim çocukken. Hiçbir serçe özgürlüğünü dualarıma değişecek kadar yitirmemişti aklını ama ben hayattan en mantıksız koşullarıyla bana eğilmesini isteyecek kadar minicik dualarla arıyabiliyordum neşemi. Mantığa ihtiyacım yoktu o yaşlarda, o halde onun da bana..


Bir şeyler diliyor ve bekliyorken nedense bir süre sonra insan dilediğini beklemekten, neyi beklediğini de unutuyor diye düşünürken aklıma geldi bu anı. Gerçekleşmiş yüzlerce, vazgeçilmiş yüzlerce dileğin arasında somurtarak yüzüyoruz o yüzden bazen. Bir sonraki umudumuz her neyse ona, öyle doyumsuzca kulaç sallıyoruz ki onlarca ve yüzlerce dileğin kaderi ona vardığımızda farkedilmemek, kucaklanmadan terkedilmek oluyor..


Her dilek de gerçekleşmiyor elbet öyle, belki gerçekleşenlere kör olduğumuz için, ya da kendince sebepleri olduğundan kafası karışık evrenin. Tam da bu sebepleri tahmine çalışırken aklıma düşüyor; bir gün Dicle'de bir mütevazı eve giriyorum, yaşım hala çocuk. Yer sofrasında tanımadığım kocaman bir aile, akşamüstü, geç bir öğle yemeğinde ya da erken bir akşam yemeği.. Babaannemle açık kapının eşiğinde bakır tastan süt içen, çocuk aklımın abartısıyla onlarca tombul yavru kedi.. Onlar da adını koyamadığım bir öğünde. Babaannem, "al hadi, seç birini"diyor. "Hem de hangisini istersem?!" Babaannem, bir küçük pamuk kadın, bir lamba cininden bile heybetli görünüyor o an gözüme. Kalbim küt küt atıyor.. Hayvanlar için deliren ve balkonda bir küçük serçe için sık sık dua edecek kadar aklını yitirmiş bir çocuğun kalbi o kıpır kıpır yavrulardan biri ona pat diye sunulduğunda nasıl atmalıysa tam da öyle atıyor. Elimi uzatıp uzatıp çekiyorum. Siyah benekli beyaz, ya da beyaz benekli siyah bir kedi, emin değilim. Kalbim kafesinden fırlayıp kedinin süt içtiği tasın içine düştü düşecek. Ömrümde kediye el sürmemişim ki! Tam cesaretimi toplayıp işaret parmağımı değdirmişken kedinin yumuşacık sırt tüyüne, sofradan sesleniyor kadın, "Almasın. Bakamaz o, dokunamıyor bile" kalbim tasa değil ama kırıla kırıla içimde bir yerlere çıtır çıtır dökülüyor. Öyle bir dökülme ki o adımı geriye atıp çekilmesem kediciklerin patisine batıp kanatacak sanki. Ayağa kalkıp önce bir adım sonra hıçkırarak birkaç adım geriye, avlunun en dışına, sokağın en dışına koşuyorum. Muhtemelen öyle hızlı koşuyorum ki birkaç kırık parçayı dökemeden yanıma alıyorum. Bu yüzden o bulaşık hissi bugüne kadar daima yanımda, içimde taşıyorum gittiğim her yere. İnsan kavuşunca elini ayağına dolaştıracak düşleri haketmiyor belli ki.. En azından şimdiki aklımla bu benim için böyle. Ve tam ulaştığınızda, işaret parmağınızla sırtını okşadığınızda tüm ihtimalleri hınçla eteğinde toplayıp giden tüm dilekleri hala bu anıdan aldığım derse bağlarım. Bazı umutlar taşıyamayacağımız kadar ağırdır, asla bizim olmayacak olanlardır, muhtemelen başka insanlara rezerve edilmiş cam kenarında afili bir masadır her biri. Oturacak olsanız sallanır sandalye, maazallah düşersiniz, oturmazsınız. Oturmayın, acımasın tatlı canınız..


Son olarak, "peki" diyorum kendi kendime, " gerçekleşenler ve gerçekleştiğinde farkedilip minnetle buyur edilmiş dilekler?" Hayatıma bakıyorum. Hepsi elele vermiş ömrümün tamamını doldurmuş meğer. Yediğim tüm dondurmalar, saçını taradığım birkaç oyuncak naylon bebek, apartman merdivenlerine kurulmuş evcilik oyunları, tüm yaz tatillerim, yıldızları izleyerek geçen uzun yolculuklarım, üniversitede şubat ayı evime dönüp özlediğim el dokuması çeyizlik eski halıya üşüyerek ama ille de yalınayak basışım, oğlumu karnımdan kucağıma alıp yanağını şaşkınlıkla yanağıma sürüşüm, mikrofonumu dudağıma her yaklaştırışım, evime huzurla girince kedinin ayağıma sitemle sürtünüşü, uzun süre ara verdiğim kitabımı açınca tanıdık kokusunun yüzüme çarpıp içime doluşu.... Hepsi, hepsinden bile dahası ... İnsan çırılçıplak doğup ilk nefesini irkilerek ve canı yanarak aldığında diliyor olmalı ilk dileğini. Anne göğsüne değme umuduyla başlıyor her şey. Önce bomboş ıslak bir karton kutu. Zamanla gerçekleşen dileklerle doluyor, gerçekleşmeyenlerle boşalmayışı ne güzel. Yeterince, dilendiğince çoğalamadığı anlarda bile azalmayışı ve eksilmeyişi.. Sanırım bu uzak ihtimaller ve farkına varılmamış armağanların toplamından güzel. Hayat şu ana kadar gerçekleşmiş dileklerle kurulmuş bir hayali sofra. Anne eliyle kurulmuşcasına cömertse de doyup kalmak istemediğimiz. Bu açlık, ki açlığın adı umut, bizi yaşatıyorsa eğer, ki öyle, ki kabul, böyle de güzel..


Dilediğimiz, düşlediğimiz, ardından nefes nefese koşturduğumuz, koşarken düştüğümüz ve düşürüldüğümüz her ne türlü dilek varsa, bizi hayata bağladığı sürece çoktan gerçekleşmiş demektir o yüzden. Fark etmemiş ya da değerini bilememiş oluşumuz, elimizden kaçırışımız ya da dokunacak cesareti bulamayışımız bile alıyorsa yerini hafızamızda, soframızda, güzel...


Bitirmeden bahsini edeyim; çocukken, balkonun sol köşesindeki odun yığının arasında yavrusunu bırakıp kaçmış ya da dönememişti bir serçe. Solucana benzetir diye spagettiyle beslemiş ama bir sonra varlığını hatırlamadığım bir ara unutmuştum.. Yani meğer balkon dualarım sonuç vermiş ama ben değerini bilemediğim gibi, gerçekleştiğinde teşekkür edemeyecek kadar meşguldüm.. Kimbilir çoktan eskimiş o dileğim gerçekleştiğinde, hangi yeni dileğime adamıştım iki gözümü..

Sağınızı solunuzu yoklayın, bir yerlerden gerçekleştiği halde farketmediğiniz, hakkını vermediğiniz, ya da çoktan unuttuğunuz bir dilek bulacaksınız. Lamba cini size de küskündür biraz, bahse girerim.

Öyle de eminim ki....