Eski bir kitap ayracıyım ben.. Burada olma nedenimse, asla yaşım değil.. Aslında bu tamamen benim
seçimim. Ve devamıyla hiç ilgilenmiyorum. Sonuyla da..
Belki güleceksin ama benim hikayem daha çok şey gibi..Bir
aşk hikayesi diyelim..Güleceğine bahse girmeliydim... Geçelim.. Bana çok az
dokunurdu.Yalnızca kaldığı yerden devam etmek adına yapardı bunu. Hissizce alıp
masanın üzerine koyardı beni. Yalnızca can sıkıntısını gidermek adına. Kaldığı
yerden devam etmesine razıydım aslında..Bu beni bir kitap ayracı olmaktan daha
çok incitemezdi nihayetinde. Asıl sorun şu ki, ben onun hikayesinin hiçbir
yeriydim. Ben onun maymun iştahının seperesiydim. Hikaye bitmeden beni kaldığı
yere özensizce sıkıştırırken, ben ona olan iltihap tutmuş kırgınlığıma, en aşk
dolu, en sevecen bakışlarımla ihanet ederdim. Çünkü parmak uçlarının arasında
asılı kaldığım birkaç saniye onun asla hatırlamadığı benimse hiç unutamayacağım
bir tatil gibiydi. Huzurlu, hisli ve kesinlikle heyecanlı. Oysa beni her eline alışında,
her özensiz dokunuşunda bir kat daha eskitip kırıştırdığında ve hatta o lanet
kitaba eşlik eden çayını, o leke bırakan, o güzelliğimi ıslatarak hırpalayan
çayı üzerime damlattığında bile farkımda olmazdı. Ben onun canı isteyince
kaldığı yerden devam ettiği bir aşıktım. Öyle adanmıştım ki, ona ait olmayan
hiçbir kitabın arasında uyumak istemeyecektim. Bir parça ağaç ve bir parça
naylon, biraz boyadandı benim kalbim. Ölçmeye kalksan beceremezsin.. Ama o
kulağımı dayasam sağır edebilecek denli gürültülü atan, büyük, kanlı ve güçlü
yüreğine alamadı beni. Günlerce beklerdim parmak uçlarının yüzüme dokunacağı
anın gelmesini. Onun işten, tatilden ve arkadaş sohbetinden dönmesini,
uyanmasını, bana gelmesini reçine özünden yapılma görünmez gözyaşlarımı
akıtarak beklerdim. Umardım. Geç gelirdi.Ama gelirdi. Bana da gelmezdi tabi. Kitabına
gelirdi. Öyküsüne.. O lanetolası öyküsüne. Ben aslında onun 2. dereceden
ilgilendiği bir hikayeyle olan buluşmasında oturduğu sandalye gibiydim. Kabul
etmeli ki aslında bazen daha da önemsiz..
Kitabın sonuna yaklaştıkça daha hızlı atardı kalbim.
Yeterince eskidiysem ya? Ya beni başka bir hikayesinde kaldığı yerden devam
etmek için kullanmazsa? Ya beni bırakıp dönmezse? O son kitabın son
sayfalarından ikisinin arasındayken, titreyerek günler sonra artık bana
dönmesini beklerken, ona olan aşkımı yaşatabileceğim ona ait başka bir kitap dilerken,
birkaç satır ilişti ağaçtan ve plastikten ve biraz boyadan yapılma gözlerime..
Şöyle diyordu “..aşkını yalama olmuş bir
etiket gibi söküp aldı adamın güzel gözlerinden, ve onu bir sokak lambasına
yapıştırdı. Artık her sabah işe giderken aynı lambanın önünden geçmek için
sabahı bekleyemeyecek kadar ve sırılsıklam, ve şuursuzca, ve aptalca aşıktı..”
Beni deniz kıyısında bir kahveye götürecekti. Kitap bitince beni terkedip
terketmeyeceği umrumda değildi artık. Eski bir caddede elinde bir sağa bir sola
salınırken, bir anlık boşluğundan faydalandım ve kendimi bu kaldırım taşının
üzerine attım.. Görüyorsun ya, şimdi ben bu arnavut kaldırımına aşığım.. Hiçbir şeyin kontrolüm altında olmayacağı bir aşk bu. Ve bu
kez devamıyla ilgilenmiyorum. Yağmurun ne zaman geleceğiyle de..Hangi ayakkabının
tabanına yapışabileceğimle de, ve nasıl biteceğiyle.. Sadece ona sarılıp uyuyor
ve uyanıyor ve yine uyuyorum…İşte böyle.