4 Ekim 2013 Cuma

Hoşgeldin



Üzerinden kentler geçmiş toprak gibi yüzü seçilebilir değil bir vakittir..Terminalden çıkışından bu yana geçen bir garip vakittir..Bir köşesinden aşağı salınıyor bedeni, köküne inatla tutunan parmak uçları kalmış ondan geriye seçilebilir.Her seferinde yarısı yerin altında, her seferinde diğer yarısı kayıp.


İyi ki diyor kendine ışıklı tabelaların gölgesinde soluklanıp, iyi ki anlıyorum kapı gıcırtısının dilinden; trenin düdüğünden, toprağın hışırtısından ve akan suyun şırıltısından. İyi ki, çatık kaştan, bükük dudaktan ve solgun yanaktan.. İyi ki yürümek aynı ve koşmak, yutkunmak ve hapşırmak. İyi ki kahkahanın dili aynı, ıslığın ve çığlığın. Şükür edip caddenin bir ucundan diğerine her dilde yürümeye devam ediyor. Soğuktan kızarmış avucunda taşıyarak ikiye katlanmış terli kağıdı, gülümseyerek dinliyor arabaların üst ve alt kimliksiz kornasını, caddenin karşısına ürkerek geçerken.

Üzerinden tufan geçmiş kentler gibi sesi seçilebilir değil bir kısa vakittir. Bir tanıdık yakasından diğer henüz keşfedilmemiş yakasına çapa atıyor zihninin adım attıkça..Tente altında akordeon çalıyor bir Boşnak kızı. Önünde duruyor her dilde. Kalbi iki yana çekilmiş dudaklarında dinliyor. İyi ki diyor çekinerek göz göze gelmenin dili yok. Usulca açılıp göğsünün ortasında birbirine yaklaşan kollarına ve ince-narin uzun parmaklarının bir tuştan diğerine utanarak atlayışına dalıyor, akordeonun üzerine düştükçe başını küçük bir hareketle geriye atıp tuşlardan ayırdığı sarı saç tutamlarına..Şükür diyor, bunu görebilmek için bakmam yetiyor. Genç kızın birkaç adım ötesindeki mavi tabelaya takılıyor gözü, tabela ona konuşmuyor, ona anlatmıyor hiç. Başını önüne eğip geri geri birkaç adım atıp sırtını dönüyor akordeonun anlaşılır sesine. Müzikten uzaklaştıkça susmalarına yakınlaşıyor.

Hava karardığından çoktan, telaşı artıyor. Avucu daha çok üşüyor, avucundaki kağıt parçası daha çok terliyor. Dakikalar geçtikçe her caddenin bir ucundan diğerine geçmek zorlaşıyor, omzuna çarpan her bir omuzdan sessizce ve bir türlü anlaşılamayan bir dilde özür diliyor. Kimse nezaketini takdir etmiyor. Gün boyunca işaret parmağını kaldırıp başını müsaade isteyerek eğip, avucundakini göstermeye çalıştığı onca insandan bir tanesinin dahi yüzüne bakmayışını bir türlü anlayamıyor. Oysa o, her soruşunda, her birinin gözünün bebeğinin en orta yerine bakıyor karşılığını arayan gülümseyişiyle.

İyi ki diyor, gökteki ay tanıdık ve biliyorum yıldızların görünmeseler de orada olduğunu. Gösterişiyle telaşı yarışan bir kavşakta gördüğü trafik polisine yanaşıyor. İyi ki diyor, üniformayı sevmek her dilde mümkün değilken, seçebilmek her dilde mümkün. Yanaşıp bir süre bekliyor. Bölmek istemiyor. Bölmek istemiyor. Sadece yeterince anlaşılmak üzere bekliyor. Fark edilmeyince inadına her dilde dokunuyor omzuna. Her dilde irkilip dönüyor üniformalı genç adam. Her dilde çatarak kaşını bir dilde bir şeyler söylüyor. İyi ki her iklimde aynı soğukluğu soru işaretinin diyor kendi kendine. Avucunu uzatıp kağıdı gösteriyor. Her dilde susarak soruyor. Genç polis, sorarken soğuğa terslenerek terleyen alna bakıyor, yere bakan gözlerinden ziyade. Sağ elini uzatıp yolun karşısındaki dolmuş durağını işaret ediyor parmağıyla, sırtını dönüyor.

Üzerinde kurşun sekmiş çarşaf gibi korkudan kırışarak yürüyor dar ve arka sokaklarında kentin. Ardında bıraktığı dolmuştaki o tanıdık, üşümüş ter ve yatışmış yorgunluk kokusu şimdiden burnunda tütüyorken henüz, gördüğü ilk bakkala atıyor kendini. Ağzını bile açmadan avucundaki yumuşamış, yorulmuş, belki çoktan uyumuş kağıdı tezgahın ardındaki yaşlı adama uzatıyor. Adam her dilde merak ederek alıyor kağıdı eline,
B'xêr Hatî, diyor.

Tezgahın ardında tanıdık dilde fokurdayan demlikten bir ince bardağa ve buyur edişe dökülen çayı, bilindik bir dilde höpürdeterek içip yol alıyor adresteki eve. İki sokak ötedeki sıvası yaşlanmış eve. Mavi demir kapı gıcırdayarak açıldığında ne'ce olduğuna kafa yormaksızın kucaklıyor karşısına hasretle çıkan göğsü. Üzerinde Kenger biten toprak kokusundan doğma huzur yürüyor göz kapaklarına..İyi ki'den medet ummayacak kadar bilindik kokan çarşaflara sarılıp, yarını bir gecelik unutup, esasen her dilde, ama en çok da kendi dilinde, uyuyor...












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder