Güneş yalnızlıktan ve umutsuzluktan üşümüş bir gün. Olmaz
demeyin işte, olmuş. Havadaki buz kristallerine değen bıyıkları dahi donup
kalınca, kendini bu denli düşkün hissetmeye dayanamamış. Her bir ateşten
parçasını dünyaya saçarak; yanarak ve yakarak patlamak üzereyken tam, iki gözünden
iki ayrı yanağına ve üstelik ilk kez düşen iki küçük gözyaşı, “Biz, demişler,
yanındayız merak etmeyesin”.
“Üşümemi nasıl engellersiniz? Koskoca güneş dahi titrerken, şu
dikenli kristaller batıyorken demiri eriten göğsüne, siz bu hale nasıl
direnirsiniz?
“Bir geçici umutsuzluktan muzdaripsin ve çaresizliğine yalnızlığın yarenlik ediyor da ondan üşüyorsun işte.”
Demiş solundaki.
“Çoğaldığımıza göre duramaz artık kimse karşımızda. Yalnızlıktan men ederek sararız ışığı zayıflamış kalbini. Sen iyi olunca da çeker gideriz sessizce.”
Demiş sağındaki ışıyıp göz kırparak.
“De ki inandım size. Ne der halime insanoğlu? Güneş yanına
iki fedai almış, güvenemiş alev alev yanan kalbine derse? Ateşimin kavurduğu
çöller düşkünlüğümü fırsat bilip, ayaklanırsa? Dünyayı katı yürekli buzul sarar, durmaksızın kar düşürse yalnızca yağmur bilen yemyeşil ormana? Çıplak
ayakla gezen kara çocukları kuru ağaç dalı gibi dondurup atıverirse kaskatı toprağa? “
“İnsanoğlunun bilmesi gerekmiyor. Şaşkınlığı uzun süre
oyalayacaktır cehaletini onun. Bir alim sorarsa güneşe hayranlığımızdan hep, deriz.
Merak etmeyesin.”
“Renklerinizi kıskanır yedi renkli sevgilim. Öyle nadir
gelir ve öyle az kalır ki zaten. Öyle de kırılgandır ki kalbi..Yağmur salık
vermeden öpmez bile beni.. Onsuz da öyle yalnızım ki. Ne bileyim, öfkeye
kapılıp tümden terk ederse beni?”
“Çok küçük ışırız. Yanaşmayız da sana öyle…Onun ihtişamına
yaklaşamayacak kadar kıymetsiz görünürüz. Üzmeyesin kendini.”
“Ay pusuda her gece. Benim soğuk kalpli hasmım sezer de,
geceyi ve karanlığı alıkoyduğu yetmezmiş gibi günü de katarsa haremine? Boğarsa
karanlığa gökyüzünü? Yem ederse uzak ve küçük hazımsız yıldızlara beni? Ah,
bilmezsiniz, düşmanım ne çok..”
“Ayın da bilmesi gerekmiyor ki gerçeği. O gelince paçalarını
öperiz, sorunca “güneşin köpekleriyiz” deriz. Büyüklüğünü sorgulamak bir yana
dursun, sana olan hayranlığımıza gıpta edecek, gümüş eteğini gerisin geri sürüyecektir,
emin ol.”
Güneş ikna olmuş. Yalnız olduğundan ve korktuğundan güneş.. Çaresizliğinden utanıp zavallı güneş.. En büyük korkular, kalbi en sıcak olanlara
mahsus olduğundan reddedememiş. İnsanlık ve ay, kimi kış mevsimi yakınlarında, güneşin iki yanında pırıldayan iki yalancı güneşe kim
olduklarını sorunca, “güneşin köpekleriyiz” demişler. Ay, yıldız ordusundan bir
teki karanlıkta dahi onlar kadar parlamıyor diye içerlemiş. Ona aşık kutup yıldızı,
kıyamayıp bu tasasına, var gücüyle parlar olmuş da gelmiş neşesi biraz olsun.
Gökkuşağının takıldıysa da yedi renkli güneş köpeklerine sürmeli kıskanç gözleri,
güneşe aşkla değil, hizmet arzusuyla yakın duran, neyse ki pek sokulmayan bu iki
köpeğin küçük renklerinde kendini görmek gönlününü bile okşar olmuş.
Donduran yalnızlığında, telaşa salan her çaresizliğinde gerçekten
ama derinden korktuğunda, herkesten saklayarak çok geçmeden sildiğin, iki
gözünden yüzünün iki yanına düşen birer damladır “Güneşin Köpekleri”. Akıttıkça kendini sana bir türlü daha iyi, daha güçlü hissettiren.. Her Yunan mitinden insana düşen kaçınılmaz
pay gibi..
Kandıran iki güneş..”Yalancı güneşler” demiş Yunan
mitolojisi kimi kaynağa göre, beni hiç yanıltmayarak bahsedip muhakkak. Bazı kaynaklara
göre daha yaygın olan “Güneşin Köpekleri” ismini de yine Yunan mitolojisi
doğurmuş. Doyuran bir öykü ya da mit bulamadım aradım da. Hikayeyi uydurdum evet. Ama
olabilirmiş de…