"-Atın kırık ayağı, dedi..
Sağ kulaklığı çıkarıp sordum, "Pardon, bana mı dediniz?"
"Atın kırık ayağı, diye devam etti adam, elindeki gazeteden kopardığı bir sayfayı dizine yatırmış nazikçe yırtarken. "Zor kaynar."
Kulaklığımı takmak istedim, şarkının en güzel yerini kaçırmak işime gelmiyordu hiç, ama anlattığından çok, elindeki gazete parçasıyla ne yapacağına vermek istedim dikkatimi.
Dinlemekte olduğumu bilmeye ihtiyacı olmadığı halde, "anlıyorum" dedim.
"Neyi anlıyorsun?" dedi gülerek, yüzüme bakmayarak ve gazetenin alt kısmını kırpıp, fazlasını elime tutuşturarak.
"Dinliyorum, demek istedim" dedim, elimdeki gazete artığına bakarak.
"Atın koca bedeninin denge yükünün önemli bir kısmı ön bacaklarına yüklenmiştir, dedi. O yüzden bir yerde bir kemik kırılacaksa, genelde ön bacakların başına gelir bu."
Anlıyorum, diyecek gibi olup, "hmhm"a çevirdim sözü. Buna hiç itirazı olmadı.
İki köşesinden buluşturduğu kağıdı bir kez daha katlayıp, ikinci sayfa haberli bir üçgen yaratırken, "Atın, kırık ayağının üzerine basmamak için diğer üç ayağı üzerinde durma lüksü yoktur, çünkü sağlam ön ayağı dayanamayacaktır bu yüke. Bu yüzden yere yığılmaya çalışacaktır, çaresiz."
Metro uğultusuna omzuma düşürdüğüm kulaklığın tizleri karıştı. Elindeki gazete parçasını nereye vardıracağını merak ettim, aynı merakla hikayesine yaklaşmam çok zordu, sıkıcıydı zira.
Üçgenin iki ayağını çaprazladığında, artakalan büyük köşeden muhtemelen komşusunu bıçaklayarak öldüren adamın resmi bakıyordu. Adama değil, bana...
"Çoğu insan hala ayağı kırık atın, kemiğin doğru kaynama ihtimali olmadığından vurulduğunu sanıyor," dedi.
"Evet." dedim.
"Evet" dedi başını sallayıp gülümseyerek."Oysa temel sebep, atın bir sonraki aşamayı kestiremeyerek acele etmesidir ", dedi. Elindeki gazete parçasına takip ve tarif edemediğim şeyler yaparak.. Fotoğraftaki adamın yalnızca burnunu seçebiliyordum artık.
"Anlamadım." dedim. Origamiyi karışık bulmak, hikayesine yaklaştırmıştı beni.
"Yerde yatar vaziyetteyken, iri organları müsade etmediğinden rahat nefes alamaz at. Bu yüzden alçıladığın ayağın sabitlenmesinin gerektirdiği üzere yatar vaziyette kalmak, ızdıraptır onun için. Anestezinin etkisi geçer geçmez, doğrulmaya çalışacaktır sabırsızlıkla." Bunu söylerken, elimdeki gazete parçasını, yüzünü dizlerinden kaldırmaksızın kapıp ellerimden, katlayarak elindeki parçaya katık etti. Kağıt, tutkuyla evrile çevrile şekilleniyordu halinden memnun.
"Anlıyorum" dedim, sınamak için. Tahmin ettiğim üzere gülümsemedi, beni yanıtsız bırakmakla birlikte.
"Ayrıca, dedi, sabitlenmenin yanısıra, enfeksiyon ihtimalini önlemek için bölgede sağlıklı bir kan dolaşımının sağlanmasına ihtiyaç vardır.
"Anlıyorum" dedim, inatla. Önceleri o kadar da umrumda olmayan bir farkedilme ve önemsenme arzusuyla. Önce buruşturduğu alnını ve sonra gözlerimi aşağı indirerek, öfkeyle yutkunmasını izlerken ben, o artık kulaklığım kulağındaymışcasına, şarkının en gerçeklikten koparan yerinde kaybolmuştu sanki. Hikayesine okuru olmadan devam etmek istemişti. Varlığımı unutarak devam etti.
"Ama atların, dizden aşağısında kanlanmaya takviye olacak kasları yoktur. Deri, bağ ve kemiktir var olan", dedi.. Gazete parçasından doğan şekle daldım, katılımımı artık önemsemediği hikayesine kulak kesilerek.
"Ve eğer, sahibinin, modern askılama yöntemiyle onu yaşatacak olanakları yoksa, atın ölümü için tüm şartlar seferber olmuş demektir. Varlığı pek farkedilmeyen küçük "erkek" gözyaşını dirseğiyle silerek, elindeki kağıdı elime tutuşturdu, kucağındaki bereyi kafasına geçirerek.
"Bazen tüm şartlar, çaresizlik için seferber olur çocuk", dedi, bana ilk kez bu şekilde hitap ettiğini düşünerek avucumdaki muazzam şeye bakarken ben.
" Ve ayağı kırık çoğu atın, onları yaşatma dirayetine ya da imkanına nail bir sahibi olmadığı gibi, çoğumuzun da düşüşünü savaşarak, ısrarla erteleyecek cesur bir nedeni yoktur hayatta."
O metrodan inerken, ben kaçırdığım durağın diyeti olan kağıttan atın ayağını incitmeden okşayarak taktım kulaklığı..
"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder