11 Ağustos 2013 Pazar

İki Sonbahar Arası

Duvarın üzerine oturup aynı kulaklığın iki ayrı ucundan iki ayrı şarkı dinlerdik. İnanması güç ama öyle.

...Bu bize kulağımızda farklı sesler çınlarken dahi karşımızdakini anlamayı öğretecekti...

Her sene sonbaharda yapardık bunu. Her seferinde çocuktuk. Zamanın üzerimizde bulut gölgesinden daha büyük bir etki yaratmayacağına söz vermiştik çünkü.
Yaşlanan sonraki sonbaharda gelmeyecekti.Çok büyük bir kayıp ya da irice bir hayal kırıklığı aklımızı başımıza alıp kırsaydı birimizin sözünü, diğeri duvarın üzerinde oturup kulaklığın boş kalan ucu avucunda, kendi şarkısını dinleyecekti ayaklarını sallayıp tempo tutarak.


İki ayrı şarkı bitince atlardık duvardan, çiçeksiz ve yeşilsiz toprağı tozutarak koşardık bağırarak.Bağırarak,evet.Gelişigüzel..

...Bu bize susmak için bulunmuş tüm mazeretlerin ne kadar sıkıcı olduğunu öğretecekti...

Canımızın dilediği telden
iki ayrı ses. Her seferinde cesurduk. Sesimizi kısmalarına izin verenlerden saklanacağımıza söz vermiştik çünkü. Ve haykırmaktan ya da koşmaktan çekinen bir sonraki sonbaharda gelmeyecekti.Çileli ve uzun bir kramp girip bacağına, büyük bir el omzunu tehditle sıkıp kırsaydı birimizin sözünü, diğeri toprağa adım izlerini, havaya ağzından yayılan haykırışı bırakacaktı tek başına coşkuyla.

Koştuğumuz istikametin sonunda yüksek ve geniş, kahverengi toprağa kibirle oturmuş bir kayanın dibinde dururduk. Birer sır takas ederdik birbirimize. Ama öyle bir sır olacaktı ki, karşımızdakinden başka herkesin bildiğinden emin olacaktık. Öyle bir sır ki bir sonraki sonbahara dek oturup kafa yoracaktık üzerine ayrı ayrı.

...Bu bize cehaletimizi hatırlayıp, öğrenmenin can sıkan yanıyla başa çıkmayı öğretecekti..

Bize gereken zamanın karşılığı iki sonbahar arasıydı işte. Hayatla tanışmanın ve öğrenmenin yükünü kanıksamak zaman isterdi...Üstelik dozunu kaçırırsak sırrın zihnimizde patlayan flaşını, birbirimizi öldürebilirdik.

Bir sonbahar günü, duvarın üstünde kulaklığın bir ucu elimde kaldı. Sözünü tutamamış olabilirdi. Ruhu yaşlanmış, yorulmuş olabilirdi. Sebepsizce koşup anlamsızca bağırmayı küçümsemeyi öğrenmiş olabilirdi. Gerçi ben de ona yeryüzünde bir onun bilmediği öyle bir sır verdim ki, kaldıramayıp ölmüş olabilirdi.

Şarkı henüz başlamıştı ki küçük bir kız çocuğu dokundu kapalı avucuma. Açtım, kulaklığı aldı gülümseyerek.

"Muhtemelen bir-iki sonbahar sonra sen de gelmeyeceksin. İzin verirsen, eninde sonunda yenileceğim bu çabayı seninle kaldığın yerden sürdürmek isterim."
Ekledi,
"Endişelenme, sırrımı yanımda getirdim."

Başımla onaylayıp önümdeki toprak araziye daldım ve bir önceki sonbahara. Yanıma usulca yanaşıp, kulaklığı taktı. İki ayrı şarkı başladı yeniden....