Dualarımı bir iple çekmek istiyorum gökten..Aynı iple asıp
gezdireceğim boynumda. Ah, tanrım ne çok şey istedik senden. Bu uğultuya
dayanmak kim bilir ne zor oldu senin için. Onca zaman...Hak vermemek elde
değil.
Şimdi bu et ve kemik, şimdi toprak ve gök,
şimdi ezel ve ecel, bir olmuş içimize sıkışan ruhlara birer perdelik oyunlar
biçiyor ya, biz daima yazara öykünmüş amatör oyuncular, çoğumuz da doğuştan
yeteneksiz..Şimdi hal böyle olduğundan sahneden inip ön sıradan kendi
hikayemize cahilce çekirdek çitleyişimiz..İnan ki biz “kendimizi” baş rolde
oynamaya hazır değiliz. Aramızdan çıkan birkaç jönün tozunu yutmayı, eteğini
tutmayı yeğleriz. Ah tanrım, annelerimiz bizi böyle terbiyeledi küçükken.
Hiçbir anne çocuğu kahraman olsun istemedi, kahramanlar erken öleceğinden.. Biz
etliye ve sütlüye bir soluk mesafesinde duramadık hiç. İstedik ki onlar
yanaşıp meydan okusunlar gözlerimize. İşte buna hep hazırdık. Biz sonsuz karakter
kartelandan en çok mağduru sevdik. Delirdiğimizden değil, gücümüz bir ona yettiğinden.
Dualarımı bir iple çekmek istiyorum
gökten. Aynı iple bir halı dokuyup üzerinde uyuyacağım. Ah tanrım, ne çok şey
istedik senden. Belki izah etmek istedin Kızıldeniz kıyısında, yahut Ağrı
yamacında karşılıklı oturup tek tek teknik imkansızlıkları, ancak arada bir
hiyerarşi olmaksızın da yürümezdi işler..Hak vermemek elde değil.
Şimdi bu yaz ve güz, şimdi bu çamur ve su,
şimdi bu ateş ve kül, bir olmuş soluk almaksızın çekiştirirken bizi karnına
yatırdığın doğada, biz piknik yerlerinde karınca yuvalarını deşmeyi oyun sanarak
büyümüşken.. Şimdi mazimiz böyle olduğundan, acıyı senin gerçekliğin, neşeyi kendi
maharetimiz bildiğimizden; olana bitene tırnak kemirme düzeyinde tepkilenmişiz
canı yanan öteki değil biz olunca. İnan ki biz, neyin yanlış neyin doğru
olduğunu anlayacak kadar da yetişkin değiliz. Aramızdan çıkan birkaç bilgenin
ardı sıra koşmayı bırak, muhakeme umudumuzu taptığımız kitaplara sığıştırıp
kütüphaneden bozma morglarımıza kilitleyip gitmişiz. Ah tanrım! Annelerimiz
bizi böyle büyüttü inan.. Hiçbir anne çocuğu alim olsun istemedi, alimler
doğduğu evi erken terk edeceğinden. Biz sapı ve samanı bir arada tuttuk hep.
İstedik ki ayrıştırmadığımız her şey, tüm genellemeler, analojiler,
benzetmeler, mazeretimiz olsun hatalarımızı ve yalanlarımızı meşru kılmaya.
Çünkü sevgili tanrım, çünkü sonuçta bulutlar da yere inmiyor, ve elma toprakta
bitmiyor, pencereden dışarı "bakılıp", kapıdan dışarı
"çıkılıyor". Çünkü güneş de sonuçta hep aynı yerden doğuyor, ve
muhakkak batıyor. Sonra nasıl ki düşten uyanılıyor, nasıl ki kapanmayan göz düş
de görmüyor..Yani bunca şey böylesine sabitken, çok da kafa yormamak küçük ve
yasaklı akıllarımızla yapacağımız yanlışlara iyi geleceğinden..
Dualarımı bir iple çekmek istiyorum gökten. Aynı ipten ağ yapar
denize atarım sonra belki. Bir suç işlerim, avuturum kendimi ağa takılan
düşlerimin bir bir ölüşünün yarattığı kini meşru müdafaa bileceğimden. Ne
bileyim.. Belki ipi ayaklarıma dolar denize dalarım. Deniz kızlarının
ayakları da yok diye, boğulmayacağıma inanarak kaya aralarında saklanırım bir
yarım sonsuzluk kadar, sonraki yarısı üzerine düşüneceğim. Ah tanrım... Ne bölük
pörçük anlattık ve ne tarifsiz boşlukları doldurmanı istedik senden. Yine de keşke
bizi birazcık daha fazla sevsen..Biliyorum çirkiniz biraz, is de tutmuş üstelik içerimiz. Doğduğumuzda ne
güzeldik her birimiz.. Düşsüz ve duasızken en temiz. Niye öyle sahi? Niye onlar arttıkça kirlenerek? Ve kirlendikçe bizi pek de sevmediğine
inandığımızdan mı acaba..Ondan mı suya atılan her
dilek taşının peşi sıra giysilerimizle atlayışımız gerçekleşmeyeceklerini
sezip? Ve ondan mı o küçük taşı öfkemizin delili olarak cebimizde gezdirişimiz?
Dualarımı bir iple çekeceğim gökten. Sonra ipi parmağıma dolayıp her birine tek tek baktıkça hatırlayacağım.
Son kez seslenip susacağım şimdilik, ah tanrım!
Kabalığımı affetmeni diliyorum. Kaldı ki yalan söylüyorum başından
beri: Annelerimizin hiç suçu yok…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder