2 Aralık 2013 Pazartesi

Neredeyse Aynı




-Çıkarma, dedi
-Öyle gir. Çıkarmadan.

Allah Allah..Nasıl gireyim çıkarmadan? Kapıyı açınca çamaşır suyu vuruyor adamın yüzüne. Nasıl alırsın beni çamurlu ayakkabılarımla eve.  Kurumamış çimentoya kazara basmıştım üstelik.

-Ah, dedi. Ne güzel fikir.
-Ne güzel fikir?dedim. Montumun kolundan çekiştirerek aldı  içeri beni.
Montumu omzumdan sıyıracaktım.

-Çıkarma, dedi.
-Öyle otur işte, çıkarmadan.

Olur mu hiç.  Isınmak için evin ortasında koca bir şehri yakmış gibisin. Yanaklarım buharlaşacak.
Omzumu avucunun içiyle itip oturttu koltuğa. Karşımdaki bordo kadife koltuğa oturdu da. Yüzüme  bakmadan gülümseyerek koltuğun yanındaki komodine uzanıp eski çalar saati aldı kucağına. Çocuğunun yüzünü sever gibi dokundu camına ve kulağını yalandan çeker gibi çevirip kurdu bir zamana saati.

-Neye kurdun saati? Dedim
-Dur, dur, bak ne yapacağım, deyip sıçradı sorumu yanıtsız bırakıp yerinden. Saati kucağıma bırakıp hem.
Yokluğunda geçen iki dakika boyunca kucağımdaki akrebin yelkovandan hızlı dönüşünü hayretler içinde izledim. Odaya avucunda armutla (armut evet) girdiğinde dizlerimde gezinen örümceği atar gibi telaşla atmıştım saati yere. Gülümseyişinden eksiltmeden yere eğilip aldı, şaşırmadan üstelik. Yerine koydu.

-Neye kurdun saati? Dedim
-Bak şimdi.
Dedi.. Armutu koydu sobanın üzerine. “Pişmiş armutu hatırladın mı?”
Hatırladım aslında.Yine de “Yoo…” dedim.
Elimden geldiğince inandırıcı olmak için “neydi o?”
Dedim.
Ben yalan söyleyince onun dili kaşınırdı. Bilirdim. Yutkunup sobanın üzerindeki armutu biraz daha arkaya, sobanın ateşinin kapağı yaladığı yere yerleştirdi özenle.
Oda öyle sıcaktı ki, en azından başımdaki bereden kurtulmaya giriştim.
-Çıkarma..,dedi, öyle otur işte. Çıkarmadan. Saçın üşür.
-Burası çok sıcak, dedim.Saç üşümez, dedim.
-Olsun.. Çıkarmazsan ikimiz de rahat edeceğiz inan bana, dedi.
Yumuşayan armutun mandalina kabuğu kadar keskin olmayan, ondan daha mütevazı, ondan daha nadir, ondan daha az tecrübe edilecek kokusu yayılmaya başladı odaya. Tadını hatırladığım bir koku.

-Peki, anlat bakalım ..dedi..Neler yaptın?
-Neler yaptım? Hiç..
-Ben de hiç. Dedi.

Oysa zamanı saçlarındaki beyazları saymama yetirmeyecek kadar hızlı dönüyordu akrep. Gözümün takıldığını fark edip
-Sen gitmek istediğin an çalacak. Sakın merak etme, dedi
-Etmiyorum ki hiç, dedim. Çamurlu ayakkabılarımı halıdan utanarak çekince, topuklarım kadife koltuğun püsküllerine dokundu. Sanırım kirlettim.
-Olsun, dedi. Bak bunu dert etmemelisin. Çok çabuk kirleniyor her şey. Öyle alışkınım ki. Temizlemek hoşuma gidiyor. Ben bu şekilde var oluyorum. Senin kirlettiğini temizleyerek...
Armutu ters yüz etti. Yüzümü astım . O hala gülümsüyorken. Bir saniye olsun göz göze gelmiş değilken.

Terleyen alnımı rahatlatmak için beremi başımın arkasına ittim biraz.
-Buraya nasıl geldiğim hakkında en ufak fikrim yok biliyor musun? dedim.
-Bilmez olur muyum? dedi.
Kalkıp kalkmayacağımı kontrol için çalar saate kaçamak baktığını yakaladım.
-İstediğinde burada olursun. Ne zaman istediğini bilemezsin. İstediğinde fark edemezsin. Böyledir bu.
Dedi.
-Tadına bakabilir miyim?
-Ah, tabii! Dedi. Öyle neşelenmişti ki bir an gözlerimin içine baktığına yemin edebilirim. Yanılmış da olabilirim.
Armutu avucunun içine alıp iki eli arasında küçük küçük zıplatıp soğutarak geldi yanıma.
-Sıcak ama. Dikkat et
Ağzıma götürüp üflemeden, soğutmadan ısırdım. Ağzımın içine ikimizin de kokusu yayıldı. Öyle bir koku ama, ikimizin de zamanına ait değil. Ne onun telaşlı akrebine, ne benim durulmuş yelkovanıma.
Uzun uzun çiğnerken ben, yavaşça karşımdaki koltuğa oturup izledi beni. Eğer gözlerimi avuçlarımdan ayırıp yüzüne baksaydım, eminim göz göze gelecektik.
-Daha sık gelmelisin.
-Çok istiyorum. Ama şu halde öyle rahatsızım ki, dedim. Elimi yüzüme uzattım, çıkaracaktım ki

-Çıkarma!! Dedi. Bu kez biraz yüksek sesle. Kalsın öyle!
-Ama ..dedim. Beni böyle görmelisin. Bu şekilde iki ayrı insan gibiyiz.
-İki ayrı insan olduğumuzdandır
Dedi.
-Değiliz! Bu kez benim sesimdi yükselen
-Öyleyiz.
Çalar saat bir yandan bağırıp, bir yandan komodinin üzerinde tepinmeye başladı.
-Ama ..dedim. Biz aynıyız. Bunu çıkarsam yüzümden aynıyız işte. Çıkarken takarım söz yine.
-Sen yüzündeki maskesiz de ben değilsin. Sen onu çıkarırsan ben ne olacağım hem? Kim olacağım?
-Yaşlanmışsın…
Dedim.
Canını acıtmak istediğimden.
-Sen hala çok gençsin, dedi. Çıkarma maskeni. Ve gitsen artık keşke.
Armutu çalar saatin yanına koyup gücenerek kalktım yerimden.
Alnımdaki teri koluma silip kapıya yürüdüm. Arkamdan geldiyse ardımda kalmak isteyerek. Kapıya ulaştığımda tam yanımda olmamaya gayret ederek.
-Bu kez gerçekten  incittin beni.
-Sen de hep beni. dedi.
-Ben ne yaptım sana? İnsan ne yapabilir kendine en fazla? Ne kadar incitebilir ki kendini?

Saçımın alnıma düşen ıslak tutamını beremin içine sokuştururken, çaktırmadan gözümün yaşını sildim maskemin üzerinden.
-Ne zaman istersen gel. Ben daima buradayım tahmin edersin. Yeter ki geldiğinde çıkarmaya kalkışma şu maskeyi.  Sen maskeni çıkardığında bana gerek kalmayacak.  Bunu bana yapmamanı dilerim.

Kapının eşiğinden bir adım atınca ben, göz göze geldik. İki aynı çift göz. Neredeyse aynı iki çift göz. Benden daha hızlı yaşlanmışsa da, gözlerinin feri benimkinden daha genç neredeyse aynı iki çift göz.
-Armutu bitirseydim bari.
Dedim.
Seneler sonra yeniden tattığına dua etmelisin, diyerek tuttu kapıyı. Yüzü nasıl da aynıydı benimkiyle öyle..
Biraz daha hızlı yaşlanmış. Biraz daha ağır eksilmiş ama neredeyse başka bir zamanda, kendine benden daha çok sahip çıkmış.


Kapının dışında kaldığımda içeride bir şarkı çalmaya başladı. Eşikteki tozlu paspasa oturup başımı kapıya dayayarak, şarkıyı sonuna dek dinledikten sonra gittim. Nereye gittiğim hakkında en ufak fikrim yok. 















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder