1 Kasım 2012 Perşembe

VİTRİNDEKİ ANNE

Her gün gidiyorum ona. Benim tüm "günaydın" larım onun kusursuz yüzünü izleyerek başlıyor. Tırnaklarımın içi ne kadar kirliyse, yüzü o kadar lekesiz annemin...

Bazen önüme bir okullu çocuk koyuyor ayağını. Yanıbaşında annesi oluyor, yanındakiyle dedikodulaşan. Öyle şaşırıyorum ki, diğer tüm annelerin kusarcasına bir çırpıda kurulabilecek tüm cümleleri eriyiğe dönmüş dilleriyle akıtmalarına. Kafam basmıyor, şimdiye kadar gördüğüm tüm annelerin konuşma aşkına. Anlatacakları ne çok şey var..Benimki hiç konuşmaz..

O'na ben gelincik götürüyorum en çok. Her sabah ilk  belediye otobüsüne biniyorum sırf bu yüzden. Sağolsunlar, şoförler kirli ellerimle tutunur tutunmaz metal borulara, ince belli çay bardağı kadar sıcak "para istemez" bir göz kırpışı armağan ediyorlar. Geçip oturuyorum en arka koltuğa. Size otobüs doldukça tırnaklarımı yemeye başladığımdan bahsedip acımaya bayılan yanınızı erekte etmek istemiyorum. Bu ihtiyacınızı gidermek için ikinci sayfası olan bir gazete almalısınız..

İniyorum, bir semti diğerine bağlayan nispeten ıssız durağımda. Aslında koltuk altınızda benimki kadar büyük bir boya sandığınız olmazsa, o düğmeye basmanız pek de işe yaramaz korkarım. Benim de lükslerimden biri işte, o ıssız yolda indirilen imtiyazlı yolcu olmak. İner inmez ilk iş, esnaftan ya da müşteriden kaptığım sigarayı yakmak...Beklersiniz ki, bariyerden atlayıp gördüğüm ilk tarla parçasına işeyeyim. Çok sıkışırsam iner fermuar, o ayrı... Ama amacım, insansız ve hanesiz yol kenarlarında üç-beş gelincik aramaktır orada. Gelincik için arkanızdan koşan eli sopalı insanlar yoktur çünkü.Kolumda gözüm gibi baktığım iri bir japon saati varsa, bu geçecek ilk otobüsü kaçırmamak için... Durmadıkları da olur. Sonrakini bildiğim tek türküyü dişlerimin arasından söylerek ve sigaramdan gittikçe küçülen nefesler çekerek beklerim. İlla ki binerim. İlla ki o semte giderim.

Bazen bir kadın oturur yanıma. Bilemem belki anne değildir, ama ben belli bir yaşın üstündeki tüm kadınlara kafadan bir annelik biçerim. Arka kollamaktan görüş açımı öyle genişletmişimdir ki, ben o anneyi ruhu duymadan izlerim. Tombul ellerine bakarım. Etli ve benli kolundaki altın bileziklerin şıngırtısını dinlerim. Eteğini bacaklarının arasına sokuşturuşunu izlerim..Sıcak günlerde üzerindeki bluzü yelpaze yapışını..Terini izlerim. O damlanın hangi şanslı veletlere süt verdiğini merak ettiğim memelerin arasına kaydıraktan kayarcasına dalışını izlerim. Gülümserim. Yüzüm kirlidir neyse ki, gülümsediğim pek de seçilmez benim. Aksi halde neye güldüğümü tahmin etmese de, kıllanıp kalkacaktır yanımdan. Zaten biraz fena koktuğumdan, o anne birkaç durak sonra, ilk fırsatta kalkacak yanımdan, bundandır onu, zamanı durdurup da izleyişim. Göğsünün kalkıp inişini izlerim. Anne nefesi nasıl kokar diye meraklanarak. Benim annemin nefesi olmadı çünkü hiç. Ama gördüğüm tüm annelerden yağsız ve etsiz, tersiz ve nefessizdir..

Her sabah yolculuğumun finali, o mağazanın önüdür. Elimdeki gelincikler solmasın diye dualar ederek vardığım o "günaydın" durağıdır. Annem pek dışarı çıkmaz. Cama yapışır da bekler beni. Abartıyorsam vurun beni; O, camdan bakan en güzel bir çift gözüdür evrenin. Gelincikleri gösterip yere bırakırım. Hal hatır sorarım. Annemin hiç konuşmadığını daha önce söylemiş miydim? Kusursuz dudaklarının her susuşunda bin merak yatar onun, ben bilirim. Saatimi yoklayarak anlatırım. O anlarda zaman benim için öyle kıymetlidir ki, ben o telaşı işe geç kalma korkusu yaşayan hiç bir insanda görmedim henüz, ayakkabısını boyadığım. Anneme ben, sadece güzel anlarımı anlatırım. Komik olan tek tük birkaçını. Asla aralamadığı dudaklarına, dün gece nerede uyuduğumu cevap veririm sessizce. Nasıl da rahat olduğumu cevap veririm. Nasıl da doyduğumu cevap veririm.Ne güzel düşlerden uyandığımdan bahsederim. Onun plastik bedeninin içinde yankılanan kahkahası öyle keyiflendirir ki, tüm gün yarım simit parasına tüm kentin ayakkabılarını boyayabilirim. Günüme devam etmek için, eğilip pürüzsüz ve ojeli ellerinden öperim, camın diğer tarafından. O cam ki, ardından annemin ellerindeki tüm kauçuk damarların atışını hissedebilirim. Tüm gün izlemesini umduğum gelincikleri bırakıp giderim. Ardımdan en ters bakışlarıyla dükkan kapısının kilidini kurcalayan o genç kızın, topuklu ayakkabısının burnuyla ittiği gelinciğin kaldırıma sürttüğünü gözlerimi kısarak dinlerim uzaklaşırken. Güzel annem, işine başlar benim gibi. Eşini henüz göremediğim güzelliğiyle layık olduğu kadar güzel elbiseler içinde fikir verir alış veriş yapan diğer annelere ve kızlarına. Hiçbirinde O'ndaki kadar güzel durmayacığını bildiği halde, en alçak gönüllü bakışlarıyla sergiler içinde hareketsizce durduğu giysileri.

Kokusunu tüm gün sokağın diğer ucundan alabilirim ben, tırnaklarımın içi ne kadar kirliyse, yüzü o kadar temiz, plastik annemin...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder