11 Şubat 2013 Pazartesi

Balık Masalları





Oltanın ucundan balığı çıkarırken midemde tektonik hareketler.. Babam derin bir iç çekerek, bıkkınlıkla kapıyor elimden balığı, ve bir çırpıda alıp iğneden ağzını, kovadaki tek gözlü balıkların arasına salıyor onu da.. Kova öyle küçük ki..Balıklar öyle yarım ki..

-Böyle yaparsan ona daha çok acı çektirirsin kızım, diyor. Vicdan sandığından daha keskin bir kılıçtır..Bunu sana acıdıkları bir an gelince daha iyi anlayacaksın. Acımak kadar aşağılık bir his yoktur yeryüzünde, bunu da sırası gelince...


Babamı daima can kulağıyla dinlediğim söylenemez.Canımı sıkan hemen her ne varsa duyarım sigaranın sararttığı bıyıklarının altından..Sırf bu yüzden, izlerken canım yansa da, tek gözlü balıkların küçük plastik evreninde yüzüyorum gözlerimle, o anlatırken. Henüz çok küçük olduğumdan, görmek hafızamda duymaktan fazla yer ediyor diye..

Oltayı denizden ne istediğini bilerek saplıyor dalgaların karnına babam.. Bu denizin rahmini yarıp yavrularını kanatarak çıkarmaktan farksız bir manzara aslında.. Yine de kalkıp gidebileceğim bir yer yok korkarım. İşin kötüsü balıkları midem çalkalanarak yedirecek olması eve döndüğümüzde..Ben yutkunmaya çalıştıkça üsteleyecek, ağzımda evirip çevirmememi emrederek.

Denize her baktığımda içimde başka bir palet dolduran en pastel renkleri keşfettiğim terasımızda, uzaklara sıkıntıyla dalarak çiğniyorum ağzımın içinde konuşup duran balığı.. Babam radyodaki eskimiş şarkıya hüznüne siper olmuş tok ve ruhsuz bir tonla eşlik ediyor..Neler hissettiğinin farkına varmasın istiyor hiç kimse..Hislerin mahremiyeti babam için çok önemlli. Gökyüzünde yükselen ay ışığıyla aydınlandıkça teras, bir o kadar yükselen sesi bazen öyle rahatsız ediyor ki, terasın demir parmaklıklarına ağzımı dayayıp ellerimle tempo tutuyorum, gürültünün bir parçası olmak, ona direnmekten çok daha kolay olduğundan. Dilimde bir ömür kaybolmayacak metal tadıyla çabucak büyümek istiyorum.

Bir sahil kasabasında büyümeye ya da büyütülmeye çalışılan küçük bir çocuksanız, gece uyumadan önce karnınızda yüzmeyi sürdüren balıklarla sohbet etmek zorunda kalırsınız sık sık..Uykuya daldığınızı sanıp, rakı kokan nefesıyle çabucak öpüp, çabucak gitsin diye babanız, oyuncak ayınıza sarılıp gözlerinizi kaparsınız ayak seslerini her duyduğunuzda. Bu böyledir, temin ederim sizi...Balıklar annem dışında her şeyden bahsediyor.. Bu yanıyla, uykuya balık masallarıyla daldığım bile söylenebilir..Kötü kokan ama iyi hissettiren masallar bunlar. Derinlik algımı, iskeleden atladığım denizde kuma dokunup çekilen parmak uçlarımdan alıp, aklımın boy veremeyeceği turkuaz koylara götürüyor balıklar. Onlar anlattıkça, hiç deniz görmemiş, deniz suyu tatmamışcasına merakla dinliyorum. Midemde oluşları mesele değil, çünkü bu balıklar fazlasıyla affedici.. Bazen bana acıdıklarından korkup karnıma öfkeyle bastırdığım olsa da, onları daha fazla öldürmenin imkansızlığını farkederek bırakıyorum kendimi mercanların pürüzlü  yatağına ve yılan balıklarının zarif dansına.

Sabah olunca babamdan saatler önce uyanıp, ahşap mutfak dolabından sessizce aşırdığım sütle geçiyorum televizyon karşısına. Bir iki renkli ve dikkat çekici çizgifilm sonra gönülsüzce sabah haberlerini açıyorum. Babam her sabah küçük ve basit bir sözlüye tabi tutar beni. Kaçırdığı sabah haberlerini, uyanır uyanmaz öğrenmek adına.. Apartman görevlisi, kapının önüne yanlış gazeteyi üst üste iki gün bırakıp da, babam çılgınca azarladığından beri kapının önünde paspastan başka bir şey bulamıyorum sabahları. Ama merak ederseniz, her sabah kapıyı açıp aranmıyor da değilim, dilediğimce çizgifim seyretmek uğruna.. Bakkaldan yanlış gazete alıp her şeyi mahfettiğim o günden sonra, babam doğru gazeteyi getirmem için okumayı öğrenmemi beklemeyi seçti.. Bu yüzden, sabahları üç ayrı kanalı sırayla, sütümü iştahla içerek izliyorum vaktinden önce kendi sınırlarıyla kafa bulmayı öğrenmiş hafızama yüklenerek.


-Baba, kovalisyon görüşmeleri .......(koalisyon kızım, doğru söyle şunu)
-Baba körfez savaşının açtığı yaralar....... (biraz daha detaylı tutman gerek aklında ama neyse)
-Baba memkul gıybetler (yanlış söylüyorsun, tekrarla şimdi..menkul...)

Babam kahvaltıda tavada ıslık çalarak pişirmiş olduğu balığı keyifle yerken ona aklımda kalan her şeyi anlatmam gerekiyor.. Bunu yapmak, çocuk cümlelerimle aktarılan bülten biterken daha az stresli oluyor, çayını yudumladıkça,  aksiliği ve akşamdan kalmalığı da ağır ağır yok olduğundan.Spor haberleri babamın en sevdiği bölüm; bu kısımda istisnasız saçlarımı okşuyor.. "Akılllı kızım benim" .İşte bu cümleden sonra sahilde kumdan kaplumbağa yapmama yardım edecek babam.. Kumu çizgifilmlerden çok daha eğlenceli buluyorum. Yarım kalmıyorlar çünkü.. Yarım kalan her şey, içimde üşüten bir tedirginlik bırakıyor, beton zemini ağır ağır terkeden salyangozun pırıldayan izi gibi, yapışkan, göz alan ve soğuk...Yarım kalan her şey, büyüme arzumu tutkuyla tetikliyor.


Öğle güneşinin altında keyifle terleyerek tamamlıyoruz kaplumbağayı.. Her seferinde kendi ellerimle tamamlayacağım deniz kızını hayal ederek babamın kucağında dalıyorum deniz tuzuna..Balık masalları öyle çabuk unutuluyor ki, mercanlar ve yılan balıkları çok uzağımda..Boğazıma akan ilk yudumda tadım kaçmaya başlıyor çünkü birazdan iskeleye çıkacağız oltamızı alıp.. Sonrasını biliyorsunuz...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder