10 Mart 2013 Pazar

ÇIKMAZ














 
Gözünün feri sönmüş sokak lambasının zorlukla aydınlattığı dar sokaktan sola dön, daha dar olanına..Çıkmaz olanına.. Arnavut kaldırımında ayak sürüyerek ilerle yüz metre kadar. Duvarın dibindeyim. Adımına dikkat et, karanlık burası biraz. Olsun..

 

-Getirdin mi?

-Getirdim ama babam ayakkabılarımı giyerken dikildi tepemde..

-Ne dedi peki?

-Sormadı bir şey..Sustu.

-Ne yaptı peki?

-Yapmadı bir şey. Durdu.

-Söyledin mi bir şey?

-Daha neler... Yüzüne bakmadan kapayıp çıktım kapıyı. Ama sırt çantamı omzumda görmekten huylandığına eminim.

- Aç bakayım, hepsini aldın mı?

- Tabi ki alamadım hepsini. Olduğu kadar…En hayati olanları aldım ama, el feneri, çakı, piller, küçük bir battaniye, fotoğraf makinem..

-Neyin?

-Makinemi de aldım.

-Turistik geziye mi gidiyorum, deli misin, çıkar şunu, istemiyorum..Başka neler var bakayım..

-Ben de geliyorum.

-Ne?

 

 

Sen gelemezsin. Çıkmaz sokağın sonundaki bu gri duvardan atlayacağım birazdan. Spor ayakkabılarımı şu çıkıntıya dayayıp, atacağım diğer bacağımı duvarın sırtına. Beni bu dünyadan bir hamlelik sınırla ayıran duvarın diğer tarafında başlayacak her şey yeniden. O “her şeyin” içinde sen yoksun.Gelme. Şimdi sen, sen şimdi evine dön. Karanlık çıkmazdan dikkatle çıkıp, sokak lambasının kör aydınlığına, oradan ait olmanda sakınca görülmeyecek yere.. Sen gelemezsin. Aramızda fark var. Sen sana varlığını sert sözcükler ve sevgisiz ten temasıyla hissettiren bir tür aidiyet akdiyle de olsa aitsin buraya. Ben asla olmadım.

 

-Annemin zulasını da patlattım. Yatak odasındaki küçük çeyiz sandığını..Paraya ihtiyacımız olacak.

-Delirdin mi sen? Ne zulası, ne parası, ne “biz”i?

-Yastığımın altına bir de mektup bıraktım.

-Kim çağırdı seni? Sen gelmeyeceksin ki!

-Gittiğimiz yerlerde fotoğraf çekeriz diye düşündüm. Kamera onun için. Yüzü yaralı anılarımızı yenilerin taze, temiz kanıyla şifalarız.

-Anımız falan olmayacak. Sen şimdi dosdoğru dönüyorsun evine.

 

Sen şimdi dön. Saat geç değil. Biraz azar işitirsin elbet, zira senin mahallenden epeyce uzaktayız. Başıbozuk kaldırımların caddeye ulaştığı yerden lacivert dolmuşlara at kendini. Üçüncü durak orası, oturacak yer de bulursun ne güzel. Arkaya oturursun her zaman yaptığımız gibi, bu kez bensiz oluşun seni hiç de hüzünlendirmeyecek. Birazdan öyle şeyler yapacağım ki, bensizlik umurunda olmayacak. “Şunu uzatır mısınız?” diyeceksin önünde oturan kadına ya da adama ya da her neyse, ne fark eder. Kırk beş dakika kadar sonra in on beş dakikalık yolu yürüyüp varoş sokaklardan evinin yolunu tutarak. Beni hiç düşünme;  sana birazdan öyle şeyler söyleyeceğim ki, beni düşünmek yapacağın son şey bile olmayacak.

 

-Kimliğim yanımda. Sorun yok.

-Bana ne kimliğinden? Bana ne kim olduğundan? Gecikmeden dön. Buraya gelmen nereden baksan bir buçuk saat demek. Dönüşün keza öyle. Çakıyı sen al, tekinsizdir buralar. Dönüş yolunda sıkıştıran olursa diye bulunsun.

-Ben çakı kullanmaktan anlamam. İhtiyacımız olursa sen kullanırsın.

-İhtiyaç sözcüğü bana ait, sen dışındasın yaşanacakların. Ne zaman çağırdım ki seni ben? Kim söyledi seninle gideceğimi buradan? Çıldırdın mı sen?

-Tek battaniyemiz var ama sığışırız altına bence. Uyuduğum yeri yadırgamam pek, hem evdeki yatağım da pek rahat değil.

 

 

Hiçbir yere sığışmayacağız seninle. Kapının önüne sokak köpeği gibi konan benim. Kovulmasa da kaçmaya çoktan niyetlenmiş olan benim. Senin hırpalamayı haddinden biraz fazla seven baban çok da büyük tehlike değil. Çoğu babanın huyudur bu memlekette, kabullenmek imkansız değil. Nihayetinde teknik olarak bir baban var sayılır. Nihayetinde teknik olarak birtakım zorlukları olan bir dünyada tahammüllümüzü evcilleştirerek yaşamak mümkün. Okulun da var. Bırakalı yıllar olmuş ben. Sen ve ben bir miyiz? Deli misin? Karanlık bu sokak. Şimdi sen çok zorlanırsan bana geldiğin tekinsiz sokaklardan dosdoğru geriye dönmekte, cep telefonunun ışığı yardımıyla gerisin geri gidiyorsun. Paranı da sok cebine, al şu lüzumsuz kamera romantizmini de yanına. Bu hurdanın çalıştığından bile emin değilim. Sokak lambasının zayıf ışığı alnındaki kaküle düşer düşmez, yüzüne sahte ay ışığı vurur vurmaz unutacaksın beni. Sana birazdan öyle şeyler hissettireceğim ki, hafızanın bana ayrılmış bütün odalarını bir bir ve cayır cayır yakacaksın. İçinde yanarken acıyacaksa da canım, ateş sönünce meselem kalmayacak. Sanmıyorum sızlamaya devam etsin uçuşan küllerim..

 

-O evde akla gelmeyecek şeyler yaşıyorum. Babamın üvey olduğunu unutmamalısın. Benim bir babam olmadığını ve asla olmayacağını unutmamalısın.

-Bu senin meselen..

-Beni götürmezsen okumaktan vazgeçeceğimi de unutmamalısın. Uğruna kafa yoracağım öyle çok şey var ki, kitaplar onları okumaya takati olanların. Benim değil. Ne demek istediğimi anlıyor musun sevgilim?

-Senin sevgilin değilim ki.. Arkadaşın dahi değilim. Şu duvar sonrasında hiç kimsenim. Sırt çantana doluşturup getirdiklerinden başka bir parçan olmayacak bende. Yardımın da yüceltmiyor seni gözümde hiç. Bil ki sen yapmasan başka birinden isteyecektim

-Denizi çok özledim ben, dokuz yaşımdan beri görmediğim.

-Benimle gelmiyorsun. Denizi ne şekilde göreceğinin yanıtı ben değilim.

-Kaçmayı saklanmaya tercih ederim.

- Benimle gelmiyorsun. Neden kaçacağın ve ne türlü saklanacağın da umurumda değil.

- Eve dönersem sabaha kadar hırpalayacak.

-Gelmiyorsun. Canının ne kadar acıması gerektiğinin hükmü bende değil. Kurtarıcın değilim. Al çantanı da, istemiyorum.

 

 

Bazı arka sokaklarda ondörtük çocukların gelecek pazarlığı yapılır. Ne üzerinden ve hangi sona doğru akılacağını bazen yazıyı yazan bile tahmin etmek istemeyecektir. İyi ihtimaller kendi geleceğine hükmeden düşler üzerinde konacak yer bulmamak üzere uçuşur durur yalnızca, ki kalem tutan sözcüklerden dahi merhamet uman bir kadın eliyse, gerçeklere mürekkep akıtmaya elvermeyecektir içi.  Aslolanı umarsızca çarpıtan kalemin söyleyemedikleri, söyleyebildiklerinden gerçektir. Kalemin yazabildikleri, yazamadıklarından sahtedir. Öyledir.

 

Şimdi sen.. Sen çoktan gitmişsin. Canını acıttığım beş on dakikada on yıl kadar büyüdüm de henüz fark ettim. Her hayattan kaçılmaz, gecikmiştin öğrenmekte. Öğrettim. Bazen dayanma sınırında seyreder yaşamın acı lütfu. Şimdi sen, dolmuşta gözyaşını silerek elindeki bozukluğu önündeki kadına ya da adama ya da her neyse, ne fark eder, uzatıyorsun. Kırk beş dakika kadar sonra gözyaşın çoktan kurumuş olur diye hesapladım ben. Canını acıtmak da istemezdim ama kaçtığın ve sığındığın yerin huzur vaat edeceğini umarak yaşayamazsın. Sen dolmuştan kızarmış yanağını öfkeyle okşayarak inerken, ben spor ayakkabılarımı gri duvardaki çıkıntıya saplayıp, diğer bacağımı  duvarın öte yanına atarak yenileyeceğim her şeyi. Bineceğim ilk otobüste açıp yoklayacağım çantanın içindekileri. Sen belli ölçülerde kabul edilebilir hayatından beni öfkeyle eksilterek kendine dönmüşken çoktan, fark edeceğim ki çantanda bir küçük not.. Sen beni adın gibi ezbere bilen..Sen şöyle demişsin:

 
“Bu akşam, beni kaçışına dahil etmeyeceğinden, elbet eminim.Sen giderken, senden kopmanın yolu nefretse, şansımı sonuna kadar deneyeceğim. “

 

Gözünün feri sönmüş sokak lambasının zorlukla aydınlattığı dar sokaktan sola dön, daha dar olanına..Çıkmaz olanına.. Arnavut kaldırımında ayak sürüyerek ilerle yüz metre kadar. Duvarın dibinde oturmuş ağlıyorum. Dünyayı değiştiremeyecek kadar çocuğum. Ve çocukluğumdan kaçamayacak kadar büyüğüm. Adımına dikkat et, karanlık burası biraz…

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder