Gözünün feri sönmüş sokak lambasının zorlukla aydınlattığı
dar sokaktan sola dön, daha dar olanına..Çıkmaz olanına.. Arnavut kaldırımında
ayak sürüyerek ilerle yüz metre kadar. Duvarın dibindeyim. Adımına dikkat et,
karanlık burası biraz. Olsun..
-Getirdin mi?
-Getirdim ama babam ayakkabılarımı giyerken dikildi
tepemde..
-Ne dedi peki?
-Sormadı bir şey..Sustu.
-Ne yaptı peki?
-Yapmadı bir şey. Durdu.
-Söyledin mi bir şey?
-Daha neler... Yüzüne bakmadan kapayıp çıktım kapıyı. Ama
sırt çantamı omzumda görmekten huylandığına eminim.
- Aç bakayım, hepsini aldın mı?
- Tabi ki alamadım hepsini. Olduğu kadar…En hayati olanları
aldım ama, el feneri, çakı, piller, küçük bir battaniye, fotoğraf makinem..
-Neyin?
-Makinemi de aldım.
-Turistik geziye mi gidiyorum, deli misin, çıkar şunu,
istemiyorum..Başka neler var bakayım..
-Ben de geliyorum.
-Ne?
Sen gelemezsin. Çıkmaz sokağın sonundaki bu gri duvardan
atlayacağım birazdan. Spor ayakkabılarımı şu çıkıntıya dayayıp, atacağım diğer
bacağımı duvarın sırtına. Beni bu dünyadan bir hamlelik sınırla ayıran duvarın
diğer tarafında başlayacak her şey yeniden. O “her şeyin” içinde sen yoksun.Gelme.
Şimdi sen, sen şimdi evine dön. Karanlık çıkmazdan dikkatle çıkıp, sokak
lambasının kör aydınlığına, oradan ait olmanda sakınca görülmeyecek yere.. Sen
gelemezsin. Aramızda fark var. Sen sana varlığını sert sözcükler ve sevgisiz
ten temasıyla hissettiren bir tür aidiyet akdiyle de olsa aitsin buraya. Ben
asla olmadım.
-Annemin zulasını da patlattım. Yatak odasındaki küçük çeyiz
sandığını..Paraya ihtiyacımız olacak.
-Delirdin mi sen? Ne zulası, ne parası, ne “biz”i?
-Yastığımın altına bir de mektup bıraktım.
-Kim çağırdı seni? Sen gelmeyeceksin ki!
-Gittiğimiz yerlerde fotoğraf çekeriz diye düşündüm. Kamera
onun için. Yüzü yaralı anılarımızı yenilerin taze, temiz kanıyla şifalarız.
-Anımız falan olmayacak. Sen şimdi dosdoğru dönüyorsun
evine.
Sen şimdi dön. Saat geç değil. Biraz azar işitirsin elbet,
zira senin mahallenden epeyce uzaktayız. Başıbozuk kaldırımların caddeye
ulaştığı yerden lacivert dolmuşlara at kendini. Üçüncü durak orası, oturacak
yer de bulursun ne güzel. Arkaya oturursun her zaman yaptığımız gibi, bu kez
bensiz oluşun seni hiç de hüzünlendirmeyecek. Birazdan öyle şeyler yapacağım
ki, bensizlik umurunda olmayacak. “Şunu uzatır mısınız?” diyeceksin önünde
oturan kadına ya da adama ya da her neyse, ne fark eder. Kırk beş dakika kadar sonra
in on beş dakikalık yolu yürüyüp varoş sokaklardan evinin yolunu tutarak. Beni
hiç düşünme; sana birazdan öyle şeyler
söyleyeceğim ki, beni düşünmek yapacağın son şey bile olmayacak.
-Kimliğim yanımda. Sorun yok.
-Bana ne kimliğinden? Bana ne kim olduğundan? Gecikmeden
dön. Buraya gelmen nereden baksan bir buçuk saat demek. Dönüşün keza öyle.
Çakıyı sen al, tekinsizdir buralar. Dönüş yolunda sıkıştıran olursa diye
bulunsun.
-Ben çakı kullanmaktan anlamam. İhtiyacımız olursa sen
kullanırsın.
-İhtiyaç sözcüğü bana ait, sen dışındasın yaşanacakların. Ne
zaman çağırdım ki seni ben? Kim söyledi seninle gideceğimi buradan? Çıldırdın
mı sen?
-Tek battaniyemiz var ama sığışırız altına bence. Uyuduğum
yeri yadırgamam pek, hem evdeki yatağım da pek rahat değil.
Hiçbir yere sığışmayacağız seninle. Kapının önüne sokak
köpeği gibi konan benim. Kovulmasa da kaçmaya çoktan niyetlenmiş olan benim.
Senin hırpalamayı haddinden biraz fazla seven baban çok da büyük tehlike değil.
Çoğu babanın huyudur bu memlekette, kabullenmek imkansız değil. Nihayetinde
teknik olarak bir baban var sayılır. Nihayetinde teknik olarak birtakım
zorlukları olan bir dünyada tahammüllümüzü evcilleştirerek yaşamak mümkün. Okulun
da var. Bırakalı yıllar olmuş ben. Sen ve ben bir miyiz? Deli misin? Karanlık
bu sokak. Şimdi sen çok zorlanırsan bana geldiğin tekinsiz sokaklardan dosdoğru
geriye dönmekte, cep telefonunun ışığı yardımıyla gerisin geri gidiyorsun. Paranı
da sok cebine, al şu lüzumsuz kamera romantizmini de yanına. Bu hurdanın
çalıştığından bile emin değilim. Sokak lambasının zayıf ışığı alnındaki kaküle
düşer düşmez, yüzüne sahte ay ışığı vurur vurmaz unutacaksın beni. Sana
birazdan öyle şeyler hissettireceğim ki, hafızanın bana ayrılmış bütün
odalarını bir bir ve cayır cayır yakacaksın. İçinde yanarken acıyacaksa da
canım, ateş sönünce meselem kalmayacak. Sanmıyorum sızlamaya devam etsin uçuşan
küllerim..
-O evde akla gelmeyecek şeyler yaşıyorum. Babamın üvey
olduğunu unutmamalısın. Benim bir babam olmadığını ve asla olmayacağını
unutmamalısın.
-Bu senin meselen..
-Beni götürmezsen okumaktan vazgeçeceğimi de unutmamalısın.
Uğruna kafa yoracağım öyle çok şey var ki, kitaplar onları okumaya takati olanların.
Benim değil. Ne demek istediğimi anlıyor musun sevgilim?
-Senin sevgilin değilim ki.. Arkadaşın dahi değilim. Şu
duvar sonrasında hiç kimsenim. Sırt çantana doluşturup getirdiklerinden başka
bir parçan olmayacak bende. Yardımın da yüceltmiyor seni gözümde hiç. Bil ki
sen yapmasan başka birinden isteyecektim
-Denizi çok özledim ben, dokuz yaşımdan beri görmediğim.
-Benimle gelmiyorsun. Denizi ne şekilde göreceğinin yanıtı
ben değilim.
-Kaçmayı saklanmaya tercih ederim.
- Benimle gelmiyorsun. Neden kaçacağın ve ne türlü
saklanacağın da umurumda değil.
- Eve dönersem sabaha kadar hırpalayacak.
-Gelmiyorsun. Canının ne kadar acıması gerektiğinin hükmü
bende değil. Kurtarıcın değilim. Al çantanı da, istemiyorum.
Bazı arka sokaklarda ondörtük çocukların gelecek pazarlığı
yapılır. Ne üzerinden ve hangi sona doğru akılacağını bazen yazıyı yazan bile
tahmin etmek istemeyecektir. İyi ihtimaller kendi geleceğine hükmeden düşler
üzerinde konacak yer bulmamak üzere uçuşur durur yalnızca, ki kalem tutan
sözcüklerden dahi merhamet uman bir kadın eliyse, gerçeklere mürekkep akıtmaya
elvermeyecektir içi. Aslolanı umarsızca çarpıtan
kalemin söyleyemedikleri, söyleyebildiklerinden gerçektir. Kalemin
yazabildikleri, yazamadıklarından sahtedir. Öyledir.
Şimdi sen.. Sen çoktan gitmişsin. Canını acıttığım beş on
dakikada on yıl kadar büyüdüm de henüz fark ettim. Her hayattan kaçılmaz, gecikmiştin
öğrenmekte. Öğrettim. Bazen dayanma sınırında seyreder yaşamın acı lütfu. Şimdi
sen, dolmuşta gözyaşını silerek elindeki bozukluğu önündeki kadına ya da adama
ya da her neyse, ne fark eder, uzatıyorsun. Kırk beş dakika kadar sonra
gözyaşın çoktan kurumuş olur diye hesapladım ben. Canını acıtmak da istemezdim ama
kaçtığın ve sığındığın yerin huzur vaat edeceğini umarak yaşayamazsın. Sen
dolmuştan kızarmış yanağını öfkeyle okşayarak inerken, ben spor ayakkabılarımı
gri duvardaki çıkıntıya saplayıp, diğer bacağımı duvarın öte yanına atarak yenileyeceğim her
şeyi. Bineceğim ilk otobüste açıp yoklayacağım çantanın içindekileri. Sen belli
ölçülerde kabul edilebilir hayatından beni öfkeyle eksilterek kendine dönmüşken
çoktan, fark edeceğim ki çantanda bir küçük not.. Sen beni adın gibi ezbere
bilen..Sen şöyle demişsin:
“Bu akşam, beni kaçışına dahil etmeyeceğinden, elbet eminim.Sen giderken, senden kopmanın yolu nefretse, şansımı sonuna kadar deneyeceğim. “
Gözünün feri sönmüş sokak lambasının zorlukla aydınlattığı
dar sokaktan sola dön, daha dar olanına..Çıkmaz olanına.. Arnavut kaldırımında
ayak sürüyerek ilerle yüz metre kadar. Duvarın dibinde oturmuş ağlıyorum.
Dünyayı değiştiremeyecek kadar çocuğum. Ve çocukluğumdan kaçamayacak kadar
büyüğüm. Adımına dikkat et, karanlık burası biraz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder