6 Mart 2013 Çarşamba

HİKAYESİ OLMAYAN KADIN


 
 
"Ben o kadını bilmem, görmedim, tanımadım. Sadece anlatanların yalancısıyım"..
Böyle de diyebilirdiniz.
Olmazdı. Bilmemeniz mümkün değildi, ve görmemeniz, evinizde siyah beyaz tüplü televizyonunuz varsa, tanımamış olmanız mümkün değildi.. Sararmış gazete sayfalarının üzerine şöhretin gergefinde işlenmişliği vardı senelerce kadının ama ısrarla yalancısı olacağınız bir anlatıcı varsa, işte o da bendim o  gün.
 
Kapıyı açan haddinden fazla yaşlı kadın, çoktan ölmüş olmalıydım diyen gözlerinin ardından, "buyrun, arayıp haberdar etmişlerdi, yukarıda bekliyor sizi, uyku saatine yarım saat var ancak" dedi.

Daracık ve dönerek doğrulan bir merdivenden omzumu duvara yer yer sürterek çıktım. Tavanı yüksek her ev gibi sakinlerinden daha çok yaşayan bir evdeydim, ve aksine, sıvası kat kat susturulmuş her duvar gibi ölümü yaşamdan çok konuşan bir evde bir üst kata ilerliyordum. Her şey çoktan çürüyüp toprağa yürümüş gibiydi, ahşap merdivenler bile cilalanmış olduğu halde toprak kusuyordu ayak tabanlarıma..
 
 
Elimde kayıt cihazım, bir şeyler duymak ve duyduklarımı bir iz bırakan hikayeye dönüştürmek umuduyla buradaydım. Bolca birikmiş ve küflenmiş anıdan çıkacak ne çok hayat vardı kimbilir..Ölmeden ve unutulmadan hapesedecektim tamamını, bir gri küçük tuşa başıp. Bilemezsiniz bazı ölümler nasıl da kusursuzca yaşama dönüşüverir aniden, bazı ölümlerin başucunda bekleriz kökü toprakta unutulmaz hikayelerimiz olsunlar diye.. Yazar öldürür, yönetmen diriltir gibi geliyordu bana o odaya girmeden önce..
 
Siyatiği azmışcasına söylenerek açıldı aralı kapı, avuç içimle itttiğimde. Ben ki ardına kadar açık da olsa ses vermeden ve kabul görmeden girmemiştim ömrümce bir yabancının mahremine; nedense odadan uzanıp elime sarılan, kaynağı meçhul bir davetkarlık sanrısıyla düşünmeden yapmış bulundum. Kapı ardına kadar açılınca geri adım atıp kabahatimden kaçamayarak bekledim. Oldukça geniş bir odanın henüz göremediğim ucundan yankılanarak geldi sesi,

"Gir..Zaten yeterince içerimdesin kızım"..
 
Bu cümlenin  yakınlığı ve uzaklığı, sıcaklığı ve soğukluğu arasındaki uçurum tereddütümü besledi ama elbette adım attım itaat etmekten alıkoyamayarak kendimi.
 
"Afedersiniz. Kapı aralı olunca.."
dedim, cümlemin sonu da yoktu zaten, iyi ki tamamladı;
 
"Aralı kapılar tıklanmayı daha çok hak eder aslında ama mesele değil."
 
Ölü yapraklara biçilmiş çelişkili sıcak sarı bir tonla kaplanmış duvarların çevrelediği geniş bir odaya girmiş bulunuyordum böylelikle. Tavan öyle yüksekti ki,  çenenizi azıcık kaldırınca sonbaharın mahçup güneşini göreceksiniz sanıyordunuz. Gördüğünüzse, devasa kadın küpelerini andıran ve zaman aşımıyla görkemin yerini acınma arzusuna bıraktığı modası geçmiş avizelerdi yazık ki.

Duvarlarda ve tavanda gezindiyse gözlerim, o tok sesin sahibinden kaçmaya çalıştığımdandı.

"Gel" dedi.. Oysa uzatsaydı cümleyi, belki daha bile kaba olsaydı yer yer, ya da def etseydi daha iyi hissedecektim. Eve adım attığımdan beri bir tuhaf kaçma arzusuyla dolup, yer yer bu arzuyu çarpıntıyla sızdıran kalbim, evin kasvetli havası ve kadının bir kahin dudaklarından çıkmışcasına kendinden ve itaatimden emin sesi sayesinde içimden kaçmaya çalışıyordu. Topu perili köşke kaçmış çocuklar gibi hissedişim öyle saçmaydı ki, zira sesin sahibini naif siyah beyaz filmlerinden biliyordum herkes gibi. Tek suçum, söyleşiden kısa süre sonra öleceğını ummaksa, üstüme başıma bulaşan da bu kirli beklentinin laneti olsa gerek diye düşünerek ilerledim ve oturduğu üçlü koltuğun yanındaki tekli bordo kadife koltuğa konuverdim. O kadar çekinerek yaptım ki bunu, bir karınca sandalyesine aynı ürkeklikle otursam kırmayacağımdan ve sığacağımdan emindim.


"Neyse.. " dedi, "Uzatmak çok lüzumsuz.."

Kayıt cihazını tutan ellerimi dizlerimin üzerine çekinerek koyarken

"Kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim, ama anlayamadım özür dileyerek, uzatmak dediniz? Bağışlayın ama neyi?"

"Bir hikaye çalmayı umuyorsun benden.. Uzatmayalım kibarlıkla maskeleyeceğin giriş cümlelerinle.. Uykum da gelecek birazdan . Ben öldükten sonra beni tanıyanlara altında isminle satacağın bir hikaye gaspetmek isteyeceksin diğerleri gibi.." Bunu gülümsemek konusunda uzunca bir süre nadasa bırakılmış dudaklarının desteği ve engeliyle söyledi. Bazen karşınızdaki şaka yapıyor olsun diye dua edersiniz içinizden hani..

"Rica ederim, çalmak değil elbet.. Sizinle bir küçük sohbet bile sevenleriniz için..."

"Sevenim yok artık benim,  ve dürüstlükle niyetine sahip çıkarsan ne mutlu, zira hırsızlık yalancılıktan kutsaldır , neden biliyor musun?"
dedi.

Kayıt cihazını yanımdaki sehpanın üzerine koyarak iyi niyetimi ispata çalıştım, istemezseniz olmayacak, mühim olan hikayeniz değil sizsiniz mesaji vermek üzere.

"Çünkü, dedi, hırsız sana ait olanı sormadan alıp götürür, ruhun duymadan, ruhuna dokunmadan. Oysa yalan, insandan ona ait olanı ve göz göre göre alıp götürür, karşısındakine inanmış ruhu da paralayarak"...

Sustum. Bu benzetme incitmiş ve hevesimi oldukça kırmıştı. Ama aynı anda tuhaf bir dinginlikle sarılmıştı içime ve yatıştırmıştı beni bu kıran cümleleri. İçten içe, "Korkacak bir şey yok, kabalığımdan daha korkunç şeyle karşılaşmayacaksın" diyordu kadın sanki. Bilerek yapmıştı bunu.

"Olsaydı bir hikayem, çalmanı isterdim kızım."

" Senelerce başka hikayelerden okuduk ve hayranlıkla izledik. Yıllar sonra birikmiş ve bekledikçe kıymetlenmiş anılarınızca örülmüş hikayenize açlıkla ve merakla sormak istiyorum sizi. Hikayenizi sevenlerinize götürmek niyetiyle buradayım, elimden gelirse eğer."

O ana kadar farketmediğim mendiliyle silmeye başladı gül ağacından oyulmuş antika sehpayı, kayıt cihazımı birkaç santim uzağa dürterek.

"Anlatılacak hikayem olsaydı, ölümümü beklemezdi kızım. Tadını çıkarmış, yaşamış ve sakınmamış olurdum insanlardan."

dedi.

"Anlıyorum efendim. ...Anlamıyorum çok da aslında."

Mendili nazikçe çırparak loş odada gözüme soktu uçuşan tozları.. Belli ki bunu uçuşan toza tanık olayım diye yapıyordu, temizlik aşkına değil..

"Açıklığın hoşuma gitti. Anlaman saçma olurdu. " dedi tozlu mendili şişman dizlerinin üzerinde katlarken.

"Geçmişime kapılarak zahmet edip geldiysen de kapıldığın geçmiş bana ait değil demek istiyorum."

Elimi alnıma götürüp kaşıdım saçımın alnımla birleştiği yeri. Aslında ağrıyan başımı ovmaksa da  niyetim,  bu kabalık olurdu. Kafamın karıştığını bu incelikle anlatmak istedim.

"Anlatmak istemeyişinizi anlarım elbet ama anlatırsanız, kimbilir ne güzel hikayeler bırakacaksınız ardınızda. Yıllarca sizi saygı ve gıptayla takip etmiş insanlar, kimselerin bilmediği küçük bir anıya, size kıymetsiz gelen bir küçük hikayeye aç olabilirler. Niyetim anılarınızı ve hikayenizi çalmak değil, sizi geçmişin açılmak istemediğiniz sularında ıslatmak da değil asla. Bakın kayıt cihazım şurada, hoşlanmadıysanız anlatın, not alayım. Aslında bazı notlar da aldım size sormak üzere, oradan da başlayabiliriz.. Siz nasıl uygun görecekseniz."


"Toz zerreciklerini gördün ya, bu evin ihmal edilmeyen bir nizamı olduğu halde böyle bu. Seni yaşlılık ve yaklaşan ölümün kokusuyla ürtkütmek değil niyetim. Bu toz da geride bırakılmış ömrün değil, hikayesizliğin tozu. Seni kabul ettiysem, rahat verin artık diye. Yaz.. Gelmesinler, gelmeyin artık. Anlatacak tek hikayem yok benim.. Tek bir tane bile.."

Yüzü duvarların sonbahar rengiyle dolup taştı.. Arka planın güzünden ayırt etmek imkansızdı onu artık..

Sehpaya uzanıp kayıt cihazımı aldım elime ve diğer elimdeki kağıdı buruşturarak  cebime sokuşturdum; cevaplanmayacak soruların yazıldığı kağıdı. Ayağa kalktım ve elimi uzattım,

"Gerçekten anlıyorum sizi..Sizi tanımak yine de ne büyük onur."

"Yazdan geçiyorduk yeni yeni sonbahara kızım"

dedi.

Sustum ki anlamaya çalıştığımı anlasın.

"Yapraklar bile düşmemişti.. Bir esaslı hikayem vardı o vakit, ama öldürdüm gitti. Başka da hikayem olmadı hiç. Uyanmak ve uyumak arasında geçen kurgulanmış saatlerimi saymazsan eğer.. Gördükleriniz ve duyduklarınız, hikayesi olmayan ve geçmişini kendinden, keza kendini geçmişinden azat etmiş bir kadının binbir maskesi sadece. Benim hikayem yok kızım. Emanet hikayelerim var aşina olduğunuz. Bir yaşlı kadının geçmişinde yüzlerce hikaye vardır olasılıkla. El uzanır, yaralar, unutursun ancak aynadan sırıtır izi. Bunlara hikaye nişanesi takmayı çoktan bıraktım ben...De ki hatırlamıyorum hiç, yaşlı hafızama şükürler olsun. De ki, hikaye değil de düş saydım onları. Adamakıllı bir hikaye istiyorsan ama...Eh, vardı bir tane, dedim ya vaktiyle yaktım gitti.. Yazar öldürür, yönetmen yaşatır, aynen hissettiğin gibi kızım. Ancak, benim ölü hikayeme yanaşan da olmadı yaşatmak üzere. O yüzden eksik hissediyor ve çok istiyorum uzağınızda ölmek kızım. Yazdan geçiyorduk ben ölmeden önce. Kalbim ayak uçlarıma akıyordu, yerine sığmak ne kelime.. Hikayeme gerçeklerin mürekkebi akmadan hemen önce, mimiklerim ardında kırışıklık değil, iltifat gören birer ince iz bırakırdı.  Yaz kızım, hikayem yok benim, rahat bırakın.."


Henüz ölmemişti. Tıbba sorsanız yaşıyordu. O sıralarda bir yavru kedi bırakırdınız kapı önüne, bakardınız küçük titrek kuyruğu üç beş günde bir küçük hikaye yaşatmış O'na. Bir süt kabı devrilirdi, ayak uçlarını ıslatıp; bu bile bir küçük hikayeydi. Ancak ne sahiplenirdi bir kısa hikayeyi artık ne de vardı öyle bir vakti.


Hemen, oldukça kısa süre sonra gazetelerde göründü uzunca süredir nadasa bırakılmış eski bir fotoğrafa emanet siyah beyaz gülümsemesi. Yazar öldürmüştü, yönetmen kaçmıştı. Yaprakların bile düşmediği bir mevsimdi. Bazı kadınların bir kalp kırıklığı sonrası hikayesizlikti.


"Ben o kadını bilmem, görmedim, tanımadım. Sadece anlatanların yalancısıyım"..
Böyle de diyebilirdiniz.
Olurdu aslında.
O'na sorsanız, tam da böyle anılmak isteyecekti.
Yalancısı olacağınız hikayesiyle, bilinmedik, görülmedik ve tanınmadık olmayı
hikayesizliği tercih edecekti kalbi dökük hemen her kadın gibi.
Ancak, inkar etse de hayatın atadığı bir sürgün hikayesi vardı bana da anlatmadığı,
işte o sahip çıkılmamış hikaye onun istediğince bitmedi
çoğu kadınınki gibi..

Bunu bildiğinden inkar etmişti.
İnkar iyi hissettirmişti.
İyi de etmişti.


 


 
 
 
 
 
 
 
"-v

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder