23 Mart 2013 Cumartesi

MOLA



Ben bir mola vereceğim. Muavin sigarasını yorgun gözlerinde söndürürken içten içe, otobüs çekip gidinceye dek bekleyeceğim.

"Ömür diyor, gördüğünün karası, ne gördüysen ışığı kapatarak bak bir de..Ömür, gördüğün değil, sandığın kısmı dokunduğunun, dokunmakta olduğunun ve dokunacağının". Yan dairedeki yaşlı kadın söylüyor aslında bunu, hırıldayan nefesiyle. Bazen bir şairi ya da filozofu daha az önemsediğim oluyor ondan. "Öyleyse", diyorum, kırmamak için önüme ittiği bol kaymaklı sıcak sütü yudumlarken, "öyleyse gördüklerimizden çıkardığımız ve umduğumuz ne varsa hoopp çöpe!" Ardından bir "şerefe" demediğim kalıyor, bu sözün. Yüzüme şaşkın bakıyor. Dudağımın kenarındaki kaymağı nazikçe siliyorum son kabalığın üzerine, utanarak. Gülüyor. "Doğrusun çocuğum", diyor. "Gördüğüne aldanmayıp, at çöpe! Biz aldandık diye, bu yaşta telafi edilemez pişmanlıklarımız..."

Ben bir mola vereceğim.Şoför ağırdan alarak yiyecek sulu yemeğini eksik etmeyip ardından kaymaklı şekerparesini; yolcular tuvaletten zor atacak kendini masaya, çatala ve tepsiye, düşecek göktaşı öncesi koşarcasına sevdiklerine.. Bir boş, bir gülünç koşturmaca, hepi topu parasını önceden ödediğin koltukta yerini yeniden almak adına, hepsi planladığın geçici/son durağa vaktinde varmak adına. Vaktinde derken? ..Bir defa olsun ardından bakacağım giden otobüsün; kaçırdığım daha hızlı bir yolculuksa, misal bir uçaksa, son anonsunu sigaramı yakarak noktalayacağım. Yanıma bir kadın yaklaşacak,  kapalı mekanlarda sigara içilmediğini bilmiyor musunuz vs vs vs... Cezamı alnıma yapıştırarak ve gülümseyerek uzaklaşacağım.

"Koştuğumuz ne çok düş vardı ardından, omzumuza saplanmış bir bıçağın sapından sarkan elmayı ısırmak uğruna. Acımıza yenik inadımızla koştukça geride kaldık. Dursak soluklanırdık belki, hiç değilse vaktinden önce yaşlanmazdık", diyor haddinden yaşlı  komşum. Sütü hala zorlayarak içiyorum. Kaymağını çay kaşığıyla itiyorum, "Yapma çocuğum, bak market sütünde bulamazsın bu şifayı" diyor. Aldığı eğitim ve karakterinden oldukça uzakta bir yerde; ölüm korkusunun odanın her köşesinde bir buse aldığı öyle açık ki yanağından, sütün kaymağı onu yaşatacak sanıyor..İnsanı kendinden başka ne yaşatabilir, demek istiyorum da, uman titrek gülümseyişine kıyamıyorum.Oysa umudun son kullanma tarihini geçirmiş oturduğu yerde titreyen dizleri. Tepsiyi kapıyorum buruşuk lekeli ellerinden. Mutfağa giderken duvardaki mutsuz adam resminin karşısında donup kalıyorum. "Bak", diyor, bastonunu nazikçe vurup eski parkeye. "Seni de durdurdu işte. Bu adam hep böyleydi çocuğum, ah ben o çatık kaşların önünde ne çok duraksadım, tahmin edemezsin. Bir gün kapadı gözlerini de, ben o gün yürümeye devam ettim, ancak yürümeyi çoktan unutmuş olacağım ki, tutuşturdular şu çirkin ağaç ölüsünü elime, destek olsun diye." Gözümü alelacele alıp otuz beş yıl öncesinin bulaşık siyah-beyaz somurtkanlığından, mutfağa atıyorum kendimi, yaşlı komşumun tatsız anıları dolmadan içime. Mutfak bile naftalin kokuyor. Naftalin ölüm kokuyor, aklıma gelmişken; hemfikiriz değil mi?

Ne diyordum? Ben bir mola vereceğim. Gidereceğim tek ihtiyacım soluklanmak. Yüzüme su dahi çarpacak değilim de, içimi buz gibi suyla yıkayacağım bir süre. İçimi adam edeceğim. Ben kendime bir süre kötü geleceğim. Çok seversem mola yerini, sokak köpeği evreni sayıp, mesken edeceğim. Planım yok, fikirlerim şaibeli. Kesinse bir şey, ben o otobüsün ardından koşmayacağım, gitmeyeceğim. Ardından bakarım belki, plakasından kelimeler türetirim vakit öldürmek adına, ne bileyim.. Arkasında bir fıstık yeşili ova var restoranın, çok sıkılınca çocuk gibi bir uçtan diğer uca koşarım. Bulursam gelincik toplarım. Bulamazsam yaban otlarına uzanıp kaşınıp huylanarak, sonra ve zamanla yadsıyarak boylu boyunca uyuyakalırım. Kendimi o havasız sıralı koltuk yığınında nereye sığdıracağım hem?  Nereye gideceğim nihayetinde şu kırışık biletine boyun eğen kalabalıkla? Ve "varmak" dediğin nedir; emin olmak mümkün değil bazen...

Yaşlı komşum çok uzun yaşasın istiyorum laf aramızda. Gün aşırı kapımı tatlı tatlı tıklatıyor bastonuyla, biraz homurdanarak yürüyorum kapıya, bükünce kapının kolunu ve kapıyı aralayınca, yüzüme nasıl da vuruyor naftaline sarılmış süt kaymağının yumuşak-sert kokusu. Naftalin ölüme, süt yaşama çağırıyor. O ikilem nasıl ayakta tutuyorsa onu, ve nasıl bulaşıcı bir redd-i zaman şamarıysa o artık...Elinde bir şişe şarapla gelen dost bile o kadar iyi gelmiyor bazen...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder