31 Mart 2013 Pazar

SEKİZİNCİ DURAK



Otobüsten hafızamın hakim olmadığı bir semtte atıyorum kendimi. Bunun bir sorumlusu var. Bir telefon görüşmesi yaptım tam üç dakika önce. Tam üç dakika önce planım sekizinci durakta her bir basamaktan bir alttakine şımarık bir kız çocuğu gibi uçarı atmaktı adımımı. Duraktan belki bir taksiye atlardım paraya ihtiyacım yok sansın diye, ama hava da öyle güzel ki, muhtemelen yürümeyi tercih ederdim. Tüm planlar değişti.



Bir sanayi mahallesinde olmalıyım. Oto-elektrikçiler ve lastikçiler yol boyu uzanıyor özenle yatağın üzerine serilip bekledikçe eskiyip kirlenmiş bir genç kız çeyizi gibi. Avuçlarıyla sevseler yanağınızı karaya bulayacak insanların kan ter içinde araba altına yattığı, kaporta göğsünün türlü aletçe kurcalandığı, bin bir serden bin bir derde dalınan bir cadde işte. Bakmayın cadde dedim ona ben, bir toz bulutunun altına uzanmış silik şeritler var, seçmek imkansız. Karşıdan karşıya temkinli geçen, trafik mazisi acı tanıklıklar ve tecrübelerce kuşatılmış sokak köpekleri olmasa belki anlamazsınız araç trafiğine açık bir yol olduğunu. Sekizinci durakta inecektim oysa ben ve jilet gibi, kapkara bir asfalta atacaktım ilk adımı, sonra çiçekli ve ağaçlı kaldırıma, çevre düzenlemesi kusursuz o sokağa, sonra onca araştırma sonrası ulaştığım açık adresine. Bu böyle olamadıysa bir sorumlusu var. Şu telefon görüşmesi..

Başımı ayak uçlarıma dikip yürüyorum cadde kenarında. Kimi şaşkın, kimi umursamaz, kimi başka kimlikler yakıştırarak üzerime, izliyorlar başlarını kaldırıp işlerinden, görmüyorsam da hissediyorum. Gerginliğim hüznümden ağır basıyor bir an, bir ara sokağa sapıyorum. Dik bir yokuştan çıkıyorum. Sekizinci durakta inmiş olsam, o semte adım atsam, yokuşsuz bir düzlükte nizami huzurunu selamlayarak geçecektim evlerin. Yokuş öyle dik ki, topuklu ayakkabılarımın içinde çırpınıyor ayaklarım. Ayaklarım, diyorum, doğuracak olsalardı eğer, işte ancak o zaman bu denli bir sancıdan geçerlerdi herhalde. Civara bakınıyorum, caddedeki ıssızlık yetmez. Issızlık tek tük de olsa insan içerebiliyor. Bir sanayi semtinde yokuş yukarı ayakkabıları elinde bir kadın manzarası emniyet talep edemez. Gözlerim inceden yaşararak ediyorum çirkin yokuşun sonunu. Caddeye paralel bir çamurlu sokaktayım. Bir çift topuklu ayakkabı olsaydınız, size son on dakikadır yaşattıklarımı affetmezdiniz muhtemelen. Sorsanız neden buradayım, cevabı bilmiyorum. On üç dakika önce bulunduğum yere dair sebeplerim vardı. Şimdiyse rahatsız edilmeden ağlayacağım bir yer arıyor değilim. O kadar acıklı değil.. Sadece vakit geçiriyorum, kusursuz idraka ulaşıncaya kadar.

-Bugünü iptal edelim kızım. Aslında uzun bir süre erteleyeceğiz görüşmemizi..

Doğduğum yeri andırmasa da pek, nedense anılarıma aşina bir mahalledeyim şimdi. Çocukların hala sokakta oynadığı bir mahalle. Sanırım son cümlenin çağrıştırdığı kareleri azaltmış bir dünya artık bu.. Bir  ruhu temiz varoş, bir naif günlük telaş, bir çamurlu sokak işte..Bazen yurttaki kalabalıktan ayırıp başımı, pencereyi açıp, huzursuz sokağı izlerim. İçerideki sekiz kız arkadaşımın birbirine karışan yarı akademik- yarı dedikoducu seslerinden ayırıp kulağımı, izlediğim sokağı dinlerim. Hiç çocuk sesi kalmamış sokaklarda. Sanırsın çocuk dediğin bir gök taşıyla, bir apansız tufanla dakikalar içinde nesli tükenmiş talihsiz tür.. Hangi ara kaçtı evine onca çocuk, ve hangi güç men etti sokağın keşifkar oyunlarından birdenbire hepsini? Sokaklardan tüm çocukları  bir bir toplayan bir belediye aracı hayal ediyorum bazen, nereye götürdüler onca gürültücü mızıkçıyı? Bu sokağa girmemiş işte o modern çocuk koleksiyoncusu. Belki çok dar olduğundan; sığamadığından. Bilmiyorum hiç.

-Biliyorum, çok güzel olacaktı seni görmek kızım, ve son anda haber verişimi affet. Ama yarın acil bir seyahate çıkmam gerekecek. Eve gidip hazırlanmalıyım. (Eve.. Evine..) Uzun süre yokum buralarda, dönünce ararım seni. Arayamadığım sürece ofise uğrama istersen. Henüz dönmemişim demektir.

Henüz dönmemiş demektir, on dokuz yıldır dönmesini beklediğim...

Sokağın çocuk telaşından kulaklarımı kapayarak içimden,  yürümeye çalışıyorum. Keşke bu kadar özenmeseydim kılık kıyafetime. Şu dudağımdaki ben büyüdüm baba rujunu, ayağımdaki aynı anneminkiler değil mi ayakkabılarını, bacağımdaki çocukluğumda da en sevdiğim renkti hatırlasana çorabını, elimdeki içinde hala bayram şekeri taşıyorum çantasını, sırtımda yaz mevsiminde bile babasızlık üşütüyor hırkasını..Bu detaylara tüm gece kafa yormamış olsaydım da sokağın çamurundan beni ayıran bu tezatlığa kuşanıp çekmeseydim oyuna dalmış çocukların bu denli ilgisini. Peşime takılıyorlar, abla..'yla başlayıp bilmem nerede biten cümleleriyle.. Pencereden meraklı kadınların ağından omzuma örümcek ustalığında konan sessiz bakışlarını hissetmezdim ayağımda spor ayakkabılarım, üzerimde bol paçalı pantolonum olsaydı eğer. Neden böyle bayram çocukları gibiyim sanki? Bunun bir sorumlusu var..

Ona cevap bile veremedim. Babama.. Seni ne çok zaman bekledim biliyor musun bakalım? Diyemedim. Bir randevu hayaliyle büyüdüm ben. Çok uzakta bir doktor babam vardı, beyaz önlüğüne imrenip okul sıralarında hayaline dirsek bilediğim. Üçüncü sınıfta tıp öğrencisiyim ben diyecektim yanına geldiğimde, babam işte o an beni sevecekti belki. Beni sevsin diye doktor olacağım. Bir gün karşısına çıktığımda şu filmlerde sorulan hesabı da sormayacağım, itaatkar, uslu bir kız çocuğu olduğumdan hep. Sorgulamazsam eğer, babası olan bir çocuk olacağım.

-Kapatıyorum şimdi, arayamazsam merak etme olur mu? Kocaman bir genç kadın oldun sen, merak edecek ne çok şeyin vardır zaten..

Son cümlesi çarpıyor suratıma bir kez daha, dayanamayıp topuklu ayakkabılarımı çıkarıp ayağımdan, taş duvarına fırlatıyorum önünden geçmekte olduğum evin avlusunun. Diğerini kasıtsızca, yanı başımda top bekleyen kaleciye. Yeterince ilgisini çekmiş olduğum diğer çocuklar gibi pek de şaşırmıyor, ayakkabımı eline alıp suratını devirerek koşuyor yanıma, ben avlunun önüne çöküp kalıyorum öfkeyle.

-Abla! Ayakkabını düşürdün abla!
Alıyorum elinden
-Abla bizim mahleye gelin mi geldin sen?
-Ne gelini be çocuk?
-Gelinler giyer bunu. Etekliğini de gelin giyer. Kınada giyer.Böyle boyanır.
-Of..tamam..Gelinim evet.
-Abla. Hangi eve gelin geldin sen? Hasangillere mi?
-Hasangillere geldim.
-Onun karısı var ki..
-İkinci oldum ben.
-Çocukları var onun.
-Ne olurmuş varsa. Ben yenilerini yaparım.
-Çocuklarından ayırır mısın onu?
-Ayırırım.
-Yazık değil mi abla?
-Değil.
-Biliyordum ki zaten. Anam babama söylerken duymuştum. Kavga ediyorlar babam geceleyin gelince. Dövüyor zaten beni okuldan kaçınca. Anam çok az dövüyor acıtmadan.Babamı alırsan bir daha da görmek istemem hiç onu. Al da git.
-Görmek istersin büyüyünce.
-Hiç de istemem.
-Aferin sana. Bazen istesen de olmuyor zaten.
-Olmazsa olmasın abla, ne güzel, biz de top oynarız, şut çekeriz, okulu kırarız.

Sekizinci durağa değil, yurttaki ranzama dönüyorum. Az uyuyup zorlukla devirdiğim geceden sonra, ilk kez okulu kırıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder