26 Nisan 2013 Cuma

Hasankeyf Sular Altında Kalmasın Diye Çıkar mısın Sahneye?



Yıl 2007 olsa gerek. Şehir şehir geziyoruz, küçük ama müzik tutkusuyla her sahneye yetişen bir grup. Ablam arıyor,

-Görkem diyor, Hasankeyf sular altında kalmasın diye çıkar mısın sahneye?
-Sahneye çıkarım da, inerim de, nasıl istiyorsan..

.Grubumla görüşüp haber veririm ablacığım, diyerek kapıyorum telefonu.


Grup arkadaşlarıma götürüyorum teklifi. Hasankeyf’i duymuşlar elbet ancak, masum Dicle'yi, ona uzanan ellerce canına kastettirileceği tarihi benden öğreniyorlar, hevesle kabul ediyorlar. Elbette gönüllü olarak katılacağımız bir etkinlik bu, kimsenin fazlasını bekleme açlığı yok. Ancak yol paramızı karşılamak istiyorlar ki esasen en azından buna ihtiyacımız var zira müzik grubunun tamamı makarnayla yatıp kalkan öğrencilerden ibaret.

O güne dek tüm konserlere otobüsle gitmişken, Hasankeyf'i yaşatma girişimcileri, etkinliği düzenleyen insanlar bize uçak bileti alıyor.İçimiz cız ediyor, şaşırıyoruz bir yandan..Önemseniyoruz galiba..? Uçağa binip Batman hava alanında iniyoruz. Yüzümüzü fırıncı küreği okşayarak karşılıyor. Öyle sıcak, tarifi zor. Aprondan terminal binasına giden yol kahverengi, zaman zaman haki. Yolun kenarına dizilmiş jandarma da kahverengi, zaman zaman haki..

Bir otele misafir ediyorlar bizi. Batman’ın yanlış değilsem en iyi konaklama imkanlarını sunuyor. Batı konserlerinde görmediğimiz türden bir misafirperverlik. "Konsere gelmiş sanatçılar" deniyor, gözleri açılıyor duyanın, ağız dolusu gülümseyip yardımcı oluyor koşturarak.


Otelden bizi bir arkadaş alıyor, yazık ki şimdi ismini anımsayamadığım, hikayeleştirmek uğruna uydurmak istemediğim.. Hasankeyf'e bir dolmuşta uzanıyor yolculuk, bozkıra cama yasladığımız kirpiklerimizle selam vererek.. Yol kenarında başlıyor tarih küçük küçük, benim çocukluk hatıralarım ağırlaştırırken kafamı, arkadaşlarımın merakı büyüyor..

Bizi Dicle kenarında, nehrin hemen yanınızdan gürül gürül aktığı bir yere oturtuyor genç adam, adını uydurmanın içimden gelmediği hani. Öyle gönüllü, öyle konuksever ikramlar seriliyor ki önümüze.. Gün batıyor, ve batan günün rengi öyle güzel ışıldıyor ki hareketsiz duramayan, kabına sığmayan Dicle'nin göğsünde.. Dalıp gidiyorum. Nehirde kardeşlerimle yüzdüğüm zamanlara dalıyorum, Dicle’nin dibine dalıp çıkarak her bir anım.. Sonra bakır tastan ayranımı yudumluyorum keyifle sohbet eden arkadaşlarıma gülümseyerek. Sol tarafımızda içinde küçük mağaraların ve taştan oyuklara yükselen sağlamca halattan yapılma merdiven var. Merakla bakışımıza sessiz kalamayıp,
“İsterseniz tırmanalım..Görmenizi isterim”
Diyor. Ancak ayağının aksadığını bildiğimizden, onu yormak gelmiyor içimizden. Kalkıyoruz. Yediğimiz güzel yemekten bile daha lezzetli olacak, Dicle'ye kıvırdığımız paçalarımızı keyifle tutarak yürümek. Küçük çocukları yanaşıyor Hasankeyf'in. Hala unutamadığım gülücükleri var. Hasankeyf yok olursa kentte mendil satacak, ayakkabı boyayacak çocuklar.. Kimisi bizi turist sanıp, alışkın olduklarından, günlük ingilizceyle gülüşerek konuşan çocuklar.. Nehrin içinde akşam güneşiyle kızarırken saçlarımız, omuzlarımız, şakalaşırken güzel yüzlü Hasankeyf çocuklarıyla, bir fotoğrafçı yaklaşıyor yanımıza. Çocukların fotoğraflarını çekmeye başlıyor vaktiyle savunma amaçlı kapanmak üzere ahşaptan yapılmış ortası yıkık köprü kemerinin önünde.. Çocuklar on-on beş dakikalık çekimin ardından ellerine tutuşturulan kola kutularıyla yükseliyorlar Dicle'den zıplayarak..Öyle bir neşe..İşi biten fotoğrafçı arkadaş yaklaşıyor yanımıza, soruyor,
-Siz sahne alacak rock müzik grubusunuz değil mi?

-Evet, diyoruz

-“Falanca” kola reklam çekimleri için buradayız. Sahnedeki görüntülerinizle reklamımızda yer almanızı istiyoruz.
Diyor..

Kalakalıyorum. Dudak ısırtan bir cür'et. Küfür gibi gelen.. O da emekçi, işini yapıyor elbet ama teklifine cevap verirken üslubum istemesem de çok can sıkacak belli ki..Başımı yıkık köprüye çeviriyorum, davulcu arkadaşım cevaplıyor neyse ki,
-Burada bulunma amacımızın farkında değilsiniz anlaşılan? Malzeme olmak için değil, bu malzeme avcısı anlayışın bozmaya çalıştığına destek olmak için buradayız? Sizce amacımızla bu kadar çelişen bir teklifi kabul edecek gibi miyiz?

Adam tek kelime etmeden uzaklaşırken gülümsüyorum karşımda içeceğini zevkle yudumlayan 9 yaşlarındaki çocuğa bakarak.

Bize rehber olan arkadaş Hasankeyf'in güzelim mağara evlerinin girebildiğimiz kısımlarıyla hevesle tanıştırıyor bizi. Tekrar ederek ve altını çizerek bu konuya dikkat çekmek kabalığında bulunmak istemiyorsam da, bahsetmek durumundayım, o ayağını sürüyerek, dudağından düşmeyen gülümsemesiyle, biz yorulurken dahi daima dinç, vaktini ve enerjisini seve seve sundukça bize, içten içe üzülüyoruz. Geri çevirirsek üzüleceğini artık iyiden iyiye anladığımızdan, artık itiraz etmeden civarı özenerek geziyoruz.


Konser akşamı.. Öyle güzel bir kalabalık ki, güzelliğini kalabalığından değil, heves ve merakla bizi okşayan minnettar gözlerden alıyor.. Onca şehirde onca konser vermişiz, böylesini görmemişiz; mümkün değilmiş, olamazmış..

Konserden önce sahnede Hasankeyf’e verdiğimiz gönül desteğine dair birkaç kelam etmem gerektiğini söylüyor arkadaşlarım..”Utanırım, yapamam ki..” diyorum. Ancak sahneye çıkıp o güzel kalabalıkla karşılaşınca bir eski dostla dertleşircesine anlatıyorum

“Ben diyorum..Diyarbakırlıyım..”
Alkış kıyamet..
“Ben, diyorum. Hasankeyfte mezarlıkların üzerinde evcilik oynardım küçükken..”
Alkış ve zılgıtla uğulduyor yine kalabalık..

Öyle gevşiyorum ki uzun uzun anlatıyorum, ve nihayet bitirerek
“Tarihi boğmak kolay değil ki öyle.. Hasankeyf; evlerimiz, anılarımız, sokaklarımız ve geçmişimiz sular altında kalmayacak!"

Alkışlıyorlar.Biraz ağlıyorum açıkçası ve gizleyerek elbet. Annemin kuzeni yaşıyordu burada.. Hristiyan mezarlarının tozunu silerdim çocuk ellerimle. Tanımadığım harfleri okumaya ve sahiplerini canlandırmaya uğraşırdım gözümde. Kimler yatıyordu burada. Hangi dili konuşuyordu, hangi dine inanıyordu, dahası hangi tanrıya? Bir savaşla mı yatmış buraya, hasta mı olmuş, ne tür bir hastalıkmış o? Hasankeyf geçmiş kokar buram buram...Gittiyseniz bilirsiniz. Giderseniz öğrenirsiniz.. Tüm bu hatıraları anlatmadım elbet.. Hatırladım sadece sahnedeyken..

Şarkılarımızı çalıyoruz. Biz sıradan bir cover grubuyuz. Yöre halkının müzik beklentisine eğilip bükülemeyecek uzaklıkta bir müziğimiz var. Ancak yabancı şarkılara o güne dek tanık olmadığımız güzellikte eşlik ediyorlar, söyleyerek değilse de tempo tutarak, alkışlayarak ve halay çekerek.. Belki en eğlendiğimiz performanslarımızdan biri bu. Bir puşili amca, bir gencin omzunda,
-Geldiniz buraya te Ankara'dan! Sizin Allahınza qurban!
Diyor. Unutamam hiç..

Öyle eğleniyoruz ki, yalnızca o toprağın bir parçası olan ben değil bütün grup elemanları.. Sahneden inince güzel yüzlü çocuklar koşuyor,sarılıyor, öpüyor. Kucağımdan biri inip, diğeri iniyor. Yerel kanal muhabiri yaklaşıp sorunca öyle utanıyorum ki.. Birkaç gün içinde internet sitesinden okuyacağım özenli bir söyleşi ayaküstü.. Kendinizi ne kadar kıymetsiz hissederseniz hissedin, ve kimse tanımıyor olsun sizi mühim de değil, minnettarlığın, bir olma hissiyatının doğurduğu tarifsiz bir takdir yaşatıyorlar bize, "ün" öyle cılız bir sözcük ki bunun yanında...

Hasankeyf aydın gençlerinden biri yanımıza yaklaşıyor diğer pek çoğu gibi,

-"Size minnettarız. Ankara’dan bunca yolu Hasankeyf'imize sahip çıkmak için geldiniz. Çoğunun sırt çevirdiğine el verdiniz. Elimizden teşekkürden fazlası gelmez. Gücümüzün yettiği sınırlıdır ancak kabul ederseniz, gençlerimizin oturup sohbet ettiği bir kahvemiz var, size bir çay ikram edelim, izin verin..

Gecenin kalanında doğunun başı üzerinde taşıdığı ve esasen bu saygıyı ve hayranlığı fazlasıyla hak eden birkaç sanatçı sahne alıyor. Halaya katılarak bir parçası oluyoruz coşkulu kalabalığın. Her bir serçe parmağın bir diğerine nasıl dokunduğu an çıkan o naif, can acıtmayan, okşayan kıvılcımı anlatmak mümkün değil.. Belki kısa süre sonra başkalarının “göç bozdu bu şehri..” “varoş doluştu şehre”.. “bunların hepsi hırsız” diyerek çirkinleştireceği cümlelerin özneleri olmaya zorlanacaklardı güzelim, ah evet, güzelim Hasankeyf sular altında kalınca.. Ancak Hasankeyf halkı, engel olmanın yolu öfkeden ve umutsuzluktan geçsin istemiyordu işte! Bunun yolu kenetlenmekten ve inançtan ve umuttan ve halaydan ve zılgıttan geçsin istiyorlardı. İnanın bana "inanıyorlardı"! Boğazına kadar inançla dolu bir kalabalık müzik sesiyle çınlayan toprağı adımlarıyla havalandırarak tozun en güzelini, en umutlusunu yutuyor ve yutturuyordu..

Gece bitince yağmur başladı. Üzerine patiska gerili derme çatma çardakların altına serili döşeklerin üzerinde siyasetçisinden yaşlısına, çocuğundan esnafına, turistinden müzisyenine koyun koyuna sığışarak atlattık yağmuru…Müzik bitince dalıp gitmiştik hepimiz…Her birimiz umduğumuzun aksi ihtimallere...

Dönüş yolunda, uçakta, müzisyen arkadaşım,
-Bilmiyordum, diyor.. Bu insanların, bu kadar sıcak, bu kadar temiz, bu kadar cana yakın olduklarını. Ne kadar yanlış bilmişim onca zaman. Aklım almıyor anlatılanla yaşadıklarım arasındaki uçurumu..

Gözlerine teşekkür ederek cama yaslıyorum alnımı. Yüzlerce metre aşağıdaki bozkıra göz kırpıyorum. Veda ediyorum..Uzun süre göremeyeceğimi tahmin ederek, içim acıyarak biraz…Kendime soruyorum uçak alçalıyorken, peki kaç insan duyacaktı gidişimizi? Neyi değiştirmiştik? Gitmeden önce bu sorulara verilececek daha bezgin cevaplarım vardı. Uçak teker koyarken, biliyorum ki, bazen atılan adımın amacı karşısında durduğunuza sesinizi duyurmaktan da ziyade, birbirimize cesaret vermek demekti.. El vermek ne mühim şeydi...



....-Mayom yok ama?
- Saçmalama Görkem, mayo giymeyiz biz burada..Kıyafetlerimizle gireceğiz..
-Dicle tehlikeli midir? Yutar mı bizi?
-Tehlikelidir.. Boğabilir Dicle.. Kıyıda kal ...
-Annem kızarsa?
-Evde onlar, merak etme, ablamlar da burada. İstemiyorsan da girme ama..
-Yok, istiyorum. 

Dicle yer yer merhametlidir; boğmamıştı beni, Ilısu da Hasankeyf'i boğmasın..








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder